MEHMET FÂZIL’DA MEVLÂNA ve MEVLEVÎLİK ETKİSİ – Zeynep KOYUNCU

A+
A-

ON DOKUZUNCU ASIR ŞAİRLERİNDEN MEHMET FÂZIL”DA MEVLÂNA ve MEVLEVÎLİK ETKİSİ

Zeynep KOYUNCU *

ÖZET

Eski Türk edebiyatında Mevlâna ve Mevlevîlik etkisinin oldukça kapsamlı bir konu olduğu bilinir.19. yüzyılda yaşayan Mehmet Fâzıl sufîliği yönüyle tanınmayı hak eden önemli şairlerden biridir. Divanındaki gazellerden Onun Mevlâna’ya hassasiyetini, hürmetini, gönülden bağlılığını anlıyoruz. Bu çalışma orjinal sufi bir şair olarak Mehmet Fâzıl’ı Türk edebiyat dünyasına tanıtmayı amaçlıyor.

Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Mevlevî Şairler, Divan Şiiri, Bosna, Mehmet Fâzıl

 

THE IMPACT OF MEVLANA AND MEVLIVISM ON MEHMET FAZIL EFENDI, A 19TH CENTURY POET

ABSTRACT

It is obviously known that Mevlâna and Mevlevî order had a comprehensive influence in Divan poetry. Mehmet Fâzıl who lived in 19th century was one of the important poet recognizing with his sufi thought. We can understood from gazels in his Divan he was sensitive and estimable for Mevlâna. This study aims to introduce Mehmet Fâzıl to the Turkish litterature as an orijinal sufi poet.

Key Words: Mevlana, Mevlevi Poets, Ottoman Poetry, Bosnia, Mehmet Fazıl

 

Divan edebiyatının alt yapısını oluşturan dinî unsurların arasına Ku-ran-ı Kerim, İslam tarihi, Hadis Kelam, Tefsir gibi ilimlerin yanında tasavvuf ta önemli bir malzeme olarak eklenebilir. Bilindiği üzere Mevlevîlik tesiri Mevlâna’nın yaşadığı dönemle sınırlı kalmamış,etkisini üç yüz kadar şair üstünde yüzyıllarca göstermiştir.

On dokuzuncu asrın son güçlü kalemlerinden Mehmet Fâzıl Paşa, 1802–1882 yılları arasında yaşamıştır. Asıl adı Muhammed Fazlullah Şerifzâde olup Saraybosnalı”dır. İlim tahsilini tamamlamasının ardından 1824″de müderrisliğe, 1853″de mirlivâlığa tayin olunur. Ali Paşa”nın hizmetinde İzmit mutasarrıfılığına getirilir. Üsküdar kabristanında medfundur .1

Fâzıl Paşa, babası Nakşî tarikine mensup olduğu halde, Galata Mevlevîhanesi şeyhlerinden Kudretullah Efendiye intisab eylemiş, Mevlevî evradını tercüme ve şerh ederek 1867″de bastırmış, bu hizmetine karşılık Konya”daki Dergah-ı Mevlâna postnîşîni Sadrettin Çelebi tarafından kendisine hilafet verilmiştir.2

Mehmed Fâzıl”ın, 158 büyük varaktan oluşan bir Divan”ı ve Şerh-i Hakâyık-ı Ezkâr-ı Mevlâna isimli evrad tercümesi bulunmaktadır. 458 sahifeden ibaret olan bu eser İstanbul Mevlevîhanelerinden ve şeyhlerinden bahseder. Eserin nüshaları İstanbul”un çeşitli kütüphanelerinde mevcuttur.3 Biz tez çalışmamızı divandaki gazelleri üzerinde sürdürüyoruz. Fâzıl Paşa, evrad tercümesinin basılışı için divanının sonunda şu tarihi düşürmüştür:

 

“Hitâma irdi tab”ı hamdillah kenz-i irfânın

Hatayı rahmet-i gufrânla mahveyleye Mevlâ

 

Teşekkür eyleyüb Hakka didi tarihini şârih

Basıldı şerh-i evrâd-ı kebir-i Mevlevî –i alâ„

1867

 

Selçuklu’nun zayıflaması, Haçlı seferleri, Moğol baskısı ile yaşanan sosyo-kültürel buhranlara tanık olan 13. yüzyıl Anadolu’su bu sıkıntıları Mevlâna Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi şahsiyetler sayesinde atlatmıştır. 19. yüzyıl’da Osmanlı Devletinde batılılaşma çabaları, orduda yapılan ıslahatlar ile iktisadi ve siyasi bunalımı azaltılmaya çalışılsa da Balkanlar’daki toprak kayıpları, Ruslara ödenen ağır savaş tazminatları, liyakatsiz devlet adamlarının yaptığı hatalar yüzünden toplumun huzursuzluğu engellenemiyordu. Tüm bu olumsuz şartlar ve Tanzimat sonrası edebiyatta oluşan ikilik fikri içerisinde Bosnalı Mehmet Fâzıl Paşa içinde bulunduğu zamandan yakınıyor kurtuluşu da tıpkı 13. yüzyıl da olduğu gibi Hz. Mevlâna’nın dergâhında arıyordu.

Gazellerinden seçtiğimiz aşağıdaki beyitlerde, Onun yaşadığı zamandan şikayet ettiğini doğruluğun, dürüstlüğün, edep sahiplerinin itibar görmeyişinden yakındığını, edebiyatçıların da sefillikleri üstün görmesinden muztarib olduğunu, toplumun değişim sürecinde abartılı tutumlar sergilemesinden rahatsızlık hissettiğini gösteren ifadeleri bulunmaktadır.

 

“Bu devrin âdeminde sıdka hiç ragbet mi kalmışdır

Hulûsâne cihan halkında ünsiyyet mi kalmışdır

 

Dilinde kalmadı meyl-i hakîkat kimsenin asla

Bu asrı nâ-becâda dogruya minnet mi kalmışdır„

 

“Avrupa meslegine girdi bütün bây u gedâ

Acep buna sebep seyr u seyahat mi nedür

 

Udebâya süfeha hayli müraccah görinür

Terk-i nâmusu hayâsın sabâhat mı nedür„

 

Şair, içinde bulunduğu asrın ve insanların kötülüklerinden korunacak yeri Mevlâna’nın dergahı olarak belirlemiştir.

 

“Arz-ı minnet eyleme Fâzıl kibâr-ı asra hiç Bab-ı

Mevlânagibi bir melce-i devlet mi var„

 

Mehmed Fâzıl”ın altı bin beyitlik divanında Mevlâna ve Mevlevîlik tesirleri görülür. Divanında dört Mevlâna medhiyesi, bir Mevlevî sikkesi medhiyyesi bulunmaktadır.

Bu medhiyelerinde Divan edebiyatının geleneğine uyarak teşbih, me-caz ve mübalağa sanatlarından sıklıkla faydalanır.

Hz. Muhammed, Hz.İsa, Hz.Musa’nın kıssalarına telmihlerde bulunur. Mevlâna”yı hidayet tacının sahibi, maneviyat sultanlarının şahı, ledünnî ilmin üstadı, Doğu ve Batı”yı nuruyla aydınlatan, iksir gibi tesirli sözlü, Ebubekir neslinden, önde gelen evliya olarak şöyle vasıflandırır:

 

“ Mâlik-i tâc-ı hikmet şah meliki ma´nevi

Hâce-i ilm-i ledündür zât-ı pâk-ı mevlevî

Şark u garba münteşir olmuş şua”-ı pertevi

Sözleri iksir-i azîm nazmının yok peyrevi

Tercümân-ı âlem-i irfan sâhib-i mesnevî”4

 

Bir diğer methiyesini Mevlevî sikkesi için yazmıştır. Mevlevî külahını mutluluk tacının incisine, cennet ehlinin kıyafetine, kurtuluş köşkünün kubbesine; Allah”ın feyzinden bir cevşene Kur”an cüzüne benzetmiştir. Bu külahı giyenin; insan ve cin taifesinden zarar görmeyeceğini, Tûr dağındaki kıssaya atfen ilahî tecellîye mazhar olacağını, yas ve kederden kurtulacağını ifade eder. Ay ve Güneş”in bu külahın parlak nurunu kıskandığını belirten mübalağalı anlatımlarda bulunur.

Mevlevî sikkesi sayesinde Mevlâna”ya bağlananları Hakk yolunda halkın en önde gidenleri, vahdet gülşeninin kapısını açanlar, hidayet bağının goncaları olarak nitelendirir. Her akl-ı selim sahibi, doğru düşünceli kişinin bu külah ile iftihar edebileceğini çünkü Mevlevî sikkesinin köleyi aleme padişah edecek kadar kıymetli olduğunu vurgular:

 

“Dürr-üt-tâc-ı sa”adetdir külâh-ı Mevlevî

Kisvet-i âshâb-ı cennetdir külâh-ı Mevlevî

Kubbe-i kasr-ı selametdir külâh-ı Mevlevî

Şems-i gerdun-ı kerametdir külâh-ı Mevlevî

Ya kamer devrin işaretdir külâh-ı Mevlevî

 

Menba-ı iksirdir arz-ı yeri zîr eyler geçer

Cevşen-i feyz-i Hüdâdan cüz’ü azîmdir meger

Bâd-ı vahdetde gelür cûş ider def’i keder

Âşık-ı müstagrık-ı bahr-ı tecelli mevc ider

Dürr-i girdâbı hakîkatdir külâh-ı Mevlevî

 

Müftehirdir Fâzılâ ânınla her aklı- selîm

Anâ ragbet etmede âgâh-ı esrâr-ı alîm

Kadrini bilse bilür ancak merd-i fehim

Padişah eyler cihâna bir gedâyı ey nazîm

Serde iklil-i saadetdir külâh-ı Mevlevî„

 

Şairin üç yüz altı gazelinde dini-tasavvufi bir söyleyiş hakimdir. Sayısı yirmiyi bulan âşıkane gazellerinin makta”ında mahlası yanında Mevlevîliğini vurgulayan kelimeler görülmüştür. Divanında sema”, def, ney, Hû redifli birer gazel bulunur. Müstakil gazellerinde de sikke, hırka, Mesnevî, tennûre, evrâd, zahid, vaiz, matbah, Hû zikri, ism-i Celâl, sıklıkla tekrar edilen unsurlar arasındadır. Şiirlerinde vahdet-i vücut düşüncesi lirik bir tarzda, dünya hayatı hakkındaki görüşleri didaktik bir üslûb ile işlenmiştir.

Heyecan ile dile getirdiği gazellerinde Yunus Emre, Şeyh Galip; öğüt veren olgun tavırlı hitapların kullanıldığı gazellerinde Nâbi’nin etkisi hissedilir. Şeyh Galip’in eseri Hüsn ü Aşk için aynı redifle iki gazel yazmıştır. Bu şairlerin etkisi altına kaldığı hem beyitlerin anlamlarına hem de kullanılan kelime kadrosuna bakıldığında anlaşılabilir:

 

“Aşık-ı şûrideyim âlem ne nâz eyler bana

Bülbül-i gülzâr-ı ışkem gül niyâz eyler bana„

(Mehmed Fâzıl)

 

“Şûh-ı bed hûy-ı kaza zann etme nâz eyler bana

Bîm-i candan çeşm-i celladı niyâz eyler bana„5

(Şeyh Galib)

 

“ Ey âşıklar ey âşıklar aşk mezheb u dindir bana

Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu dügündür bana „

(Yunus Emre)

 

“Hüsn-i aşkın tâ ezel divânesidir gönlümüz

Bezm-i vahdet şem”inin pervanesidir gönlümüz„

(Mehmed Fâzıl)

 

“Aşk bir şem”-i ilâhidir benim onun pervânesi

Şevk bir zencîrdir gönlüm onun kâşânesi„

(Şeyh Galib)

 

Hz. Mevlâna için “ulu sultân, sultân-ı aşk, pîr, Monlâ-yı Rum, mürşid-i âgâh, Hünkâr” , Hz. Mevlâna”nın dergâhı için “ hangâh-ı aşk ,der-i Monlâ, der-i Hünkâr,bâb-ı Mevlâna,sâye-i Monla, mahfel-i Monlâ, matbah-ı Monlâ” sözcüklerini kullanmaktadır. Hz. Mevlâna”yı anmayı Mevlevîliğin getirdiği her zaman yapılması icap eden bir vazife olarak telakki ettiğini aşağıdaki beyitlerden anlıyoruz:

 

“Fâzılın nazm itdigi her bir gazelde adeti

İsm-i Pîri yâd u tezkir itmekdir evrâd var„

 

“Fâzıl-ı bî-çârenin her gazelde âdeti

İsm-i Pîri yâd itmekdedir hemân evrâd-veş„

 

Şair, Mevlevî oluşunun söyleyişine benzersizlik verdiğini, bu sayede inci gibi kıymetli olduğunu Hz. Mevlâna”nın feyz ve yardımıyla tarikat içindeki şairlerden kendisine akran bulunmadığını, tatlı ve sevimli bir üslûba sahip olduğunu , şiirinde Mevlevîlik sırrının kokusunun bulunduğunu belirtir. Mevlâna”ya gönülden bağlılığının ve sevgisinin karşılığında kendisine eşsiz ilhamların bahşedilmesiyle kıvanç içinde olduğunu belirtir ve şükran ifadeleri kullanır.

 

“Lisân-ı hâliyle Fâzıl beni gûya iden böyle

Cenâb-ı Mevlevînin sâyesidir eylemem inkâr„

 

“Der-i Monlâya Fâzıl müntesibdir cân ile dilden

Anınçün şii”r -ter nazm itmek âña mülhem olmuşdur „

 

“Fâzılın bahr-ı dilde bul ararsan cevherini

Bâb-ı Mevlânada dürr ü dâne olmuşlardanız„

 

“Ne mümkün Fâzıla akran bulunsun şâirân içre

Tarîk-i Mevlevîde öyle bir şirin zebân gelmez„

 

Şairin gazellerindeki vurgulu ifadelerden anlaşıldığı üzere, Onda Mevlevîlik yüzeysel bir fikir değil; yaşam felsefesi şeklinde tezahür etmiştir. Fâzıl Paşa devlet hizmetinde almış olduğu rütbelerden çok Mevlevîliği ile övünür; hatta kendisini aşkın şahı olarak nitelendirir. Sahip olduğu makamın büyüklüğünü derecelendirirken mübalağalı anlatımlar kullanır.

 

“Der-i Monlâda Fâzıl şah-ı aşk oldun ne devlet

Sana nisbet livâlık rütbesi ednâya kalmıştır„

 

Edebiyatımızda görülen rind-zahid, ârif –âlim, tekke-medrese çatışmasında yerini keskin çizgilerle belirlemiştir. Onda Hz. Mevlâna”ya ve tarikata bağlılık kurallar doğrultusunda bir vazife olarak değil gönüllü bir âşıklık coşkun bir muhabbet iledir.

Bu nedenle zahid tipini; hodbîn, huşk, mürâî, ebleh, nâpuhte, sebükmagzan, bî-hıred, bî-irfan, hâr gibi menfî sıfatlar kullanarak betimler.

 

“Zâhid-i ebleh bu sırra olmadı âgâh kim

Añâ ders-i aşk-ı talîm itmedi üstâdımız

“Hâceden ders almazız zâhide ülfet itmeziz

Kim hakîkat sırrınıň aceb peymânesidir göňlümüz

Bahr-ı irfânı temellük itmişiz bu dehrde

Mârifet keştîsiniň tersânesidir göňlümüz„

 

Tasavvufî nefs terbiyesinin yöntemlerini ve kendi mertebesini de açıklamaktan sakınmaz. Ancak olgunluk sahiplerinin Hz. Mevlâna”nın dergahına girebileceğini belirtir. Mevlevîliğin gerektirdiği görevleri farz namazları kılmak,virdi okumak ve sema” eylemek olarak sıralar. Kendisinin ile arif bir derviş, ikiyüzlülükten uzak bir Mevlevî olduğunu söyler.

 

“Riyâyı koy diliñden aşık ol Fâzıl gibi zâhid

Kemâliñ varsa bâb-ı Mevlevîye intisâb göster„

 

“Farżı kıl virdi oku eyle sema ey zâhid

Sen de ol Mevlevî Fâżıl gibi dervîş-i arîf„

 

Sûfilere göre sema” Hakk”dan gelen ve insanları Hakk”a çağıran bir mesajdır. Onu iyi niyetle dinleyen maksada erer. Sema” mü’minin imânını kafirin küfrünü artırır.(Kuşeyrî-151)6

M.Fâzıl”ın sema” redifli gazelinde (Sema ehli aşkın Kabe”sine yönelmiş, küre-i arz gibi daima dönüş halindedir.) diyerek sema’ eylemeye önem verdiğini belirtmiştir.

 

“Kabe-i aşka teveccühdedir ashâb-ı sema”

Küre-i arz gibi dönmede erbâb-ı sema” „

 

O, zorlama ile terbiyenin sağlanamayacağını edebiyatta akıl, hikmet ve isabetli görüşün timsali olan Eflatun’a telmih yaparak anlatır. İlahi tecelliye herkesin mazhar olamayacağını belirtir.

 

“Terbiye itse Felâtun yine kâr itmez ana

Zûr-ı bazû ile bi- akla fetânet gelmez

 

Münkeri dergâh-ı Monlaya götürme ey

Fâzıl Kafire mescide girmekle hidâyet gelmez„

 

Şeriat tarikat ilişkisinde kendisine makâm olarak aşkı seçmiştir. Mevle-vîliğin en temel öğretilerinden nefsi yok etmeye çalışmak,kibirden uzak-laşmak,tevekkül sahibi olmak konusunda mütevazı olduğu görülse de “”zahid tipi”” ile kendisi arasında yaptığı kıyaslamalarda üstünlüğünü anla-tır. Ancak subjektif yorumlarında dahi bulunduğu noktaya Hz. Mevlâna ve Şems yardımı ile ulaştığını vurgular. Aşk fermanını bu iki zattan aldığı için zahidin öğüdünün Ona tesir etmediğini vaizle de aşk imtihanına girmeye lüzum görmediğini belirtir.

 

“Vâizâ girme benimle imtihân-ı aşka sen

Fażıla Şems ile Monlâdır viren fermân-ı aşk„

 

“Pend-i zâhid eser eyler mi saňa ey Fâżıl

Hażret-i Şems ile Monlâdan irer feyż nefes„

 

Şair bu iki zâtın dergâhını peygamber soyu gibi temiz, yüce ve kutlu sayar. Onları cihanın manevi sultanları olarak görür; Güneş ve Ay”ın ışığını yok edecek kadar güçlü bir feyz ve nurun Doğu ve Batı”yı her an kuşattığını anlatır.

 

“Şems u Mevlâna cihânın manevi şâhânıdır

Nisbeti âl-i abâyadır bu âlî dergâhın

Anların envâr-ı feyzi şark u garbı devr ider

Zail olmak mümtenîdir pertevi mihr u mehin”

 

Fâzıl Paşa’ya göre Mevlevîlik bir meslektir. Mesleklerin kuralları ve sahiplerini diğer insanlardan ayıran kıyafetleri vardır. Mevlevîler tennûre denilen kolsuz, yakasız, yırtmaçlı, beli kırmalı uzun ve geniş bir elbise giyerler.

 

“Olup tennûre-bend meslek-i Şems-i Hüdâ dâi’m

Semâèa gir uluvv-i himmet şeyhâneyi gör geç„

 

Bir hakikatten binlerce ilm-i ledünni çıkaran irfan sahipleri takva ile önce dünyayı, ahireti, kendi varlıklarını ve en son terki terk ederek bu mesleği yapabilirler ve bu onları doğru yola kavuşturur. Fâzıl Paşa’ya göre bu işin üstadı Hz.Mevlâna’dır ve O ‘nun gölgesi varken sığınılacak başka bir mecra da yoktur.Aşk dersini Mevlâna dergahından aldığını ,Onun kapısında Hakk katından gelen ledünni ilmi öğrendiğini ve Hz. Mevlâna”nın gölgesi varken başka kimseye ihtiyaç duymadığını belirtir.

 

“Ders-i aşkı itmişem ben dergeh-i Monlâda ahz

Kılmışem ilm-ı ledünni ol der-i vâlâdan ahz„

 

“Sırât-i müstekîmi Fâżılâ tut meslegiñ üzre

Var iken sâye-i Monlâ dime agyâre muhtâcız„

 

Sonuç

Divan edebiyatında tasavvuf diğer asırlarda olduğu gibi Ondokuzuncu asırda da Mevlâna ve Mevlevîlik tesirinde devam etmiştir ; şairlerine diri ve gür bir sesle Monlâ-yı Rûm’u anlatan şiirler söyletmiştir. Postnîşînlik vazifesi almaya hak kazanan devrinin ileri gelenlerinden İzmit Mutasarrıfı Bosnalı Mehmet Fâzıl Paşa, klasik şiir anlayışı içerisinde nazm ettiği gazellerinde Mevlevîlik unsurlarını sıklıkla kullanmıştır. Edebi ve fikri yönden etkisinde kaldığı diğer Mevlevî şairler Neşati, Şeyh Galib gibi soyut, subjektif, mübalağalı anlatımlarda bulunmuş, Nâbî gibi hakimane bir söyleyişle öğütler vermeyi de ihmal etmemiştir.

Aradan geçen altı yüz yılı aşkın zamana rağmen Divan edebiyatında Mevlâna, kokusunu ve rengini kaybetmeyen gonca tazeliğinde şairlere ilham vermeye devam etmiştir. Cümleleri şairin kendisini, Mevlevîliğini, Hakk ve Hünkâr aşkını anlattığı gazelinden beyitlerle sonlandırıyorum.

 

“Abidim ben şâhidim nakş-ı cebînîmdir benim

Şeyh-i vaktem sâlikim kalb-i harînimdir benim

 

Ben tecellî-zâr –ı aşkın mazhârıyam dâima

Şeb çerâğ-ı sırr- Hakk “aynel-yakînimdir benim

 

La ve illa zikr u fikrimdir hulûs-ı kalb ile

Rûz u şeb evsâf-ı Hakk derdiniz benimdir benim

 

Tâc u taht u saltanat Fâzıl yed-i kabzımdadır

Hazret-i Hünkâr kim ma”na-i muînimdir benim„

 

 

Kaynaklar

Ayan, Gönül, Esrar Dede Tezkiresinde Mevlâna Sevgisi, S.Ü. 7. Millî

Mevlâna Kongresi (3-4 Mayıs 1993), Konya: 35-42, 1994 Çavuşoğlu, Mehmed, Bir Mevlevî Şairi Yenişehirli Avnî Bey ve Mevlâna

için Nat’i.1. Millî Mevlâna Kongresi, Konya,1986 Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul, 1983 Horata, Osman, Mevlâna ve Divan Şairleri H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi

(Özel Sayı s. 43–56) 1999 Kara, Mustafa Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1989 Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul, 1998 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1999 Sevgi, Ahmet , XIX.Yüzyıl Mevlevî Şairlerinden Mehmet Şefik Efendi ve

Divançesi, (S.Ü. 6. Millî Mevlâna Kongresi 24-25 Mayıs 1992), Konya Şeyh Galip Divanı, Hazırlayan Dr. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları,

Ankara, 1994 Yücer, Hür Mahmut, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf 19. Yüzyıl, İnsan

Yayınları, İstanbul, 2004

 

 

* Sakarya Universitesi Yuksek Lisans Oğrencisi

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, Cilt 1, İst. 1974 s. 371–372.

Türkçe Yazma Divanlar Katalogu, Cilt 4, s. 956–957.

Süleymaniye Kütüphanesi, Düğümcü Baba, 297–7 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 297,73. Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, 703

4 Karaboyun,, Emre ,Mehmed FâzılEfendi Divanındaki Kaside ve Tahmislerin Transkripsi-yonlu Metni, Sakarya Üniversitesi ,Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2004,s. 39-44.

5 Şeyh Galip Divanı, Haz. Dr.Muhsin Kalkışım, Akçağ. Yay. Ankara, 1994, s. 250.

6 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst, 1999, s. 461.