“KUR’AN’IN ASIL ÖZELLİĞİ KATKISIZ GERÇEKLİĞİDİR.”

A+
A-

“KUR’AN’IN ASIL ÖZELLİĞİ KATKISIZ GERÇEKLİĞİDİR.”

Thomas Carleyle, 19 asırda yetişmiş İngilizlerin en önemli düşünce adamlarından birisidir. Onun, 1840’larda seri konferansları olmuş ve çok büyük ilgi görmüştür. Bir bilim adamının, hatta İngilizler için ‘kanaat önderliği’ seviyene gelmiş bir düşünce adamının bu konferansları büyük ilgiyle takip edilmiştir. Carleyle, bu konferanslar serisinin ikincisinde İngilizlerin alışık olmadıkları bir ismi gündemine alır: İslam Peygamberi Hz. Muhammed. Tabii, konferansı izlemeye gelen seçkinler, ondan, geçmişte kendilerine anlatılanların derli toplu bir özetini dinleyeceklerini, İslam Peygamberini nasıl hırpaladığını göğüsleri kabara kabara dinleyeceklerini umuyorlardı.. Konu böyle bir beklentiyle başlayınca salon da doğal olarak tıklım tıklım dolmuştu. Katı İngiliz muhafazakârlığının beklentisi sabırsız bir dikkate dönüşmüştü. Şimdi isterseniz gelin bundan sonrasını günümüzün bir İngiliz aydınından okuyalım;

İngiliz Müslümanlarından T. J. Winter ( Abdülhakim Murad) Thomas Carleyle’nin 1940 yılında verdiği bir konferansından bahsederken şöyle der:

“8 Mayıs 1940’ta Portman Meydanındaki sıkıcı, havasız bir konferans salonunda, Londra’nın Entelektüel eliti Carleyle’in Hz. Muhammed’in hakkındaki konuşmasını işitiyorlardı. Onlar Carleyle’dan alışıldık türde bir hakaret ummuşlardı. Ve bu yüzden onun Hz. Peygamberi bir kahraman; fedakârlıkları kavmine fıtri bir deizm getirmiş olan, maddeci Victoria Çağı İngiltere’sine öğretecek çok şeyleri bulunan bir kahraman ve maceracı bir şahsiyet olarak yüceltildiğini gördüklerinde, hayrete düştüler. Konuşmanın en can alıcı noktası ise, şu sözlerin haykırıldığı andı:

“Kâr ve zarardan başka fazileti olmayan Benthamcı Yaratıcılık, Allah’ın arzını ölü bir vahşi istim makinesine indirgemektedir… Eğer bana, bu kainatın insanla ve onun akıbeti ile ilgili daha sefil ve daha bâtıl görüşü kimin, Muhammed’in mi yoksa onların mı dile getirdiğini sorarsanız, ben “Hayır Muhammed değil”, diye cevap verirdim. Bu sözler zahir gibi içine işleyen John Stuart Mill aniden ayağa kalktı ve bağırdı “Hayır!”

İslam’a yönelik bu büyük Hıristiyan körlüğü, yalnız tek tip bir mükemmelliğe, yani “vurana öbür yanağını göstermeyi” öğreten ve “şerli birine direnmeyiniz” diyen pasifist İsa’nın mükemmelliğine inanmış olmalıydı.” (T.J. Winter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, (Çev.Ömer Baldık-Muhammed Şeviker) s.218. Timaş Yayınları İstanbul-2006

Daha önce sözünü ettiğimiz diplomat eşi Montegu’nun İslam ve Kur’an hakkında söyledikleri bir Hıristiyan din adamına yazılmış olsa da nihayet bir mektuptu. Mahremiyeti vardı. Yazan ile okuyan arasında bir iç diyalog olarak kalacaktı. İngiliz toplumunun İslam ve Kur’an hakkında ilk defa duyduğu açık söz Thomas Carleyle’ın sözleriydi. Bunun için de hazmedilememişti, deprem etkisi yapması, ağır tepkiler alması bundandı ve dönemin tanınmış aydınlarından Stuart Mill’in şiddetli itirazına sebep olmuştu. Winter’in dediği gibi, pasifizme sürüklenmiş bir Hıristiyan körlüğünün bunu hazmetmesi kolay değildi. Ne var ki, gerçek hiçbir zaman hapsedilemez. İslam’a yönelik ağır saldırılar bir gün gelecek kalpları ve iradeleri doğruya açık insanlar tarafından sorgulanacaktı. Hani “Güneşi balçıkla sıvayamazsını”, bu sıva dökülecekti. İşte o gün sıvada çatlamalar oldu. Bugün o tarihten buyana 160 yıl geçti. Bugün Büyük Britanya adalarında İslam’a inananların sayısı gerçek anlamıyla ”Hıristiyanım”, diyenlerin sayısıyla ölçüşecek boyuta yükseldi. (Bugün İngiltere’de 1.5 milyon İngiliz Müslüman bulunmaktadır.) Winter age. s.198. Bunu dedirten neydi, o gün Carleyle’in İslam Peygamberiyle birlikte Kur’an hakkında da söyledikleriydi. Carleyle o günkü konferansında Kur’an hakkında da şunları söylüyordu:

“Müslümanların Kur’an’a gösterdikleri saygıyı pek az Hıristiyan İncil’e gösterir. Bu kitap, bütün yasa ve uygulamaların temeli olmuştur. Düşünce ve davranışların rehberidir. Tanrı tarafından verilen bir ilham, bir vahiydir. Ona bütün dünyanın uyması ve ona göre davranması gerekir.   Ona uygun bir mesafeden bakacak olursanız onun asıl özelliğini görmeye başlar ve onda edebi kıymetten apayrı bir değer bulunduğunu kabul edersiniz. Denilebilir ki, Kur’an’ın asıl özelliği katkısız gerçekliği ve taşıdığı iyi niyetidir. Samimilik her yönden bana Kur’an’ın en büyük özelliği olarak görünüyor. Bütün diğer özellikleri doğuran da odur. Kur’an’daki beddua, yakınma ve çeşitli hissi ifadelerin şekilsiz yığını arasında gerçek sezginin, hem de şiirli diyebileceğimiz bir sezginin varlığı göze çarpar.” (12) 12 Thomas Carleyle, Kahramanlar, s.108. Kutluğ Yayınları, İstanbul-1976)

Artık Batı’da Kur’an’a kuşkunun yerine merak uyanmaya başlamıştır. Bunda, Batılı aydınların, kilisenin yönlendirmesi yerine kendi serbest iradeleriyle Kur’an’ı bizzat okuyup anlamalarının payı büyüktür. Böyle bir yaklaşımı Montegu, Voltaire’nin, Goethe’nin ve Carleyle’nın ifadelerinde açık bir şekilde görmek mümkündür. Onlar, kendi toplumunda canlı tutulmaya çalışılan İslâm’a hücum tavrı yerine, İslâm’ı ve Kur’an’ı tanımanın bir ahlakî disiplin olarak insan için daha önemli olduğunu savunurlar. 18 asrın geliştirdiği bu anlayış devam ettirilir ve Müslümanların kutsal kitabı artık sığınma aracı olarak görülmeye başlanır.

Biz burada, Batılı aydınlardan yüzlercesinin görüşlerini verebiliriz. Böyle yapmak yerine, önemli bazı isimlerin değerlendirmelerden kısa aktarmalar yapmayı daha yerinde görüyoruz. Artık Batı’da Kur’an’a dolayısıyla İslâm’a ve İslâm Peygamberi’ne karşı ilgi ön plana çıkmaya başladı. Günümüz Batılısı atalarının günahına pek ortak olmak istemiyor. Teokratik düzenden laik düzene geçerken Hıristiyanlığın baskıcı ve düşman üreten, o düşmanın korkusuyla insanları kendi gölgesinde tutmak isteyen temsilcilerini reddederken dini de reddetti. Bu, manevi bir buhrana yol açtı ve arkasından inançsız edemeyeceği için bu defa alternatif inanç sistemleri aramaya başladı. Bu arayışın açılan kapısı görünen o ki, İslâm’a doğrudur. Kendisiyle sohbet ettiğim Lyon Üniversitesinden Felsefeci Prof. Dr. Poul Ballanfat, “Batı’da İslâm üzerine çalışan bilim adamlarının çoğunluğu İslâm’ı kabul etmekte ve Müslüman olmaktadırlar”, demiştir. Geçmişte, İslâm’ı yıkmak için tanımaya çalışan oryantalist zihniyet, bugün onu anlama ve kabullenme yolundadır. Bu çığırı ilk açan kuşak olarak Thomas Carleyle ve çağdaşı diğer isimlerin önemi, anlattıklarının tamamında bizim beklentilerimize cevap vermeyen olumsuzluklar bulunsa da oldukça büyüktür… Öyle olmasaydı o gün, bu konferansı dinleyenlerde neredeyse ruhi travmaya sebep olup hayal kırıklığı meydana getiren ve ciddi tepkiler alan bu konferansın ardından o insanların çocuklarından meydana Müslüman İngiliz’in sayısı 1.5 milyona ulaşabilir miydi?