Konya Asitanesi

A+
A-

 

Âsitane 

(Konya Mevlâna Dergahı)

Konya Mevlâna Külliyesi, teşekkül, teşkilât ve misyon itibariyle Mevlevîliğin “Âsitânesi” ‘dir. Farsça’dan dilimize geçen “Âsitân” kelimesi, “Eşik; Padişahların, önder ve liderlerin dergahı; Nebilerin, velilerin kabirleri; Payitaht (Başkent)” gibi anlamlara gelir.Âsitânelerin “Dergah”, “Tekke”, “Zaviye”, gibi tarikat yapılarından farklı yönlerini şöylece sıralayabiliriz: 
 * Âsitâneler, bir tarikatın ana, merkez binasıdır.
       * Âsitâneler, çeşitli yerlerde açılan şubeleriyle çalışır, onlara merkezlik eder. 
       * Âsitâneler, taşıdığı idari vazife, sorumluluk gereği görevlisi bol ve tam teşekküllü idari binalardır. 
       * Tarikate girmek isteyenler “Çile” yi âsitânede çıkarırlardı.
       * Tarikat liderinin kabrinin bulunduğu yapıdır.Bu sebeble Âsitâneye “Huzur”, “Huzur-u Pir” , “Pir Evi” de denilmiştir.
       İşte Konya Mevlâna Ma’muresi, bütün bu özelliklere sahip bulunan “Mevlevî Âsitânesi” dir.
       “Dergâh” ise Farsça “Kapı, kapı mahalli, eşik, tekke, toplanılacak yer,” gibi anlam gelir. Daha geniş anlamlara ve mahiyete sahiptir.
       “Tekke” kelimesinin doğru şekli “Tekye” dir. Farsçadır.”Dayanak, Dayanılacak yer” demektir. Sûfilerin toplantı ve kalacak yerlerine verilen genel addır. 
       “Zaviye”, “Sığınılacak yer, bucak, köşe” anlamındadır. Tekke’den daha küçük, mütevazi yapılardır. 
       KONYA MEVLÂNA ÂSİTÂNESİ

       Tefekkür ve tasavvuf tarihimizin ünlü siması Mevlâna Celaleddin Rûmi (D. 30.09.1207, Belh- Ö. 17.12.1273, Konya)’nin babası Sultânu’l Ulema Bahauddin Veled, 1231 yılında vefat eder.Vasiyetine uyularak sağlığında sık sık gezintiye geldiği, sur önündeki “Gül Bahçesi” ne gömülür. Daha ilk günden itibaren ziyaret edilmeye başlanılan bu mütevazi kabir, bu günkü muazzam Mevlâna Ma’muresi’nin ilk yapısını teşkil eder.
       Ünlü vezir Muinüddin Pervâne başkanlığındaki bir heyet, babasının yerine posta buyur edilen Mevlâna’ya gelerek, kabrin üzerine, ona yaraşır bir türbe yapmak için başvuruda bulunurlar. Ama Mevlâna “Madem ki senin yapacağın kubbe, feleklerin kubbesinden daha güzel olmayacaktır; O Halde bırak da onun mezarı, bu gökkubbesi ile kalsın; bundan vazgeç.” diyerek taraftar olmamıştır. 
       Mevlâna, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat edince, babasının başucuna hazırlanan kabre defnedilmiştir.
       Vezir Muinüddin Pervane, eşi Gürci Hatun, Alâmeddin Kayserî, Bedreddin Tebrizî gibi tanınmış kişilerden oluşan bir heyet bu defa onun ihya ve irşad postuna getirilen oğlu Sultan Veled’e başvurarak Mevlâna’nın üzerine ona lâyık bir türbe yapmak istediklerini belirtirler. Sultan Veled, sukût eder. Onun bu tutumunu, “sukût ikrardan gelir” şeklinde yorumlayarak güzel bir türbe inşa ederler. Bu, eyvan tarzında tipik bir Selçuklu türbesidir, üzeri yıldız tonozla örtülüdür. Doğu, Batı ve Güneyi kapalı, kuzeyi açıktır. Cesedi, mahzendedir. Onu, üst kattaki sanduka sembolize eder. Üzerine, Selçuklu ahşap sanatının muhteşem örneklerinden olan görkemli bir sanduka yerleştirilir. Onun bu sandukası günümüzde babasının üzerindedir. Sultan Veled 10 Recep 712 / 1312 tarihinde vefat edince, babasının sağ yanına defnedilmiştir.
       Mahzen hariç, mimar Bedreddin Tebrizi’nin yaptığı türbe hayli değişikliğe uğramıştır. Günümüzde türbenin “Kubbe-i Hadra” (Yeşil Türbe) diye anılmasını sağlayan yeşil çinilerle kaplı dilimli gövdeli ve külahlı muhteşem gövde ilk türbenin üzerine Karamanoğlu Ali Bey (1357-1358) tarafından yaptırılmıştır. (799 / 1396) 
       Mahzenin gövde ayaklarının, kemerlerin, yıldız tonozlu örtünün ve bunu örten içte kalmış olduğu kubbenin ilk yapıdan kalmış, diğer kısımlarının mimari ve tezyini büyük değişiklikler gördüğünü bildiğimiz türbe, 25 m yükseklikte. Sikkeli, hilalli, külah alemi, 2.72 m boyunda olup, altınsuyu ile kaplıdır.
       Mevlâna’nın kabir ve türbesi, zaman içerisinde yakınlarının, dostlarının ve müntesiplerinin kabirleri ile donatılarak Konya’nın en büyük mezarlıklarından biri oluşmuştur. Ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak üzere de hücreler inşa edilmiştir.Bu yapılanma yedi asrı aşan sürede günümüzdeki muazzam ma’mureyi meydana getirmiştir.


       DIŞKAPILARI:
       Mevlâna Âsitânesi’nin dört yönde birer dışkapısı vardır. Dervişân Kapısı günümüzde ziyaretçilerin kullandığı batıdaki kapıdır. Dervişler buradan girip çıktıkları için bu adı almıştır. Buradan,vaktiyle mezarlık olduğu için “Hâmûşân” diye anılan geniş avluya geçilir. Hâmûşân Kapısı güneydedir. Tarihî Türbe (Üçler) Mezarlığı’na açıldığı için bu adla bilinir. Üzerinde Sultan II. Abdulhamid’in tuğrası mevcuttur. Pir Kapısı doğudadır.”Küstâhân Kapısı” diye anılır. Görülen lüzum üzerine âsitâne’de kalması uygun bulunmayan veya bu hakkı kaybedenler bu kapıdan yavaşça dışarıya buyur edilerek kendisine “seyyah” verilirdi. “Çelebi Kapısı” kuzeydedir. Bu yönde bulunan konaklarda oturan Çelebiler kullandığı için bu adı almıştır. 6225 m2 lik bir alana sahip bulunan “Konya Mevlâna Âsitânesi” bu dış kapılarla çalışıyordu.

       DERVİŞ HÜCRELERİ:
       Küçük odacıklar olan bu mekânlar, tarikat mensuplarına tahsis edilmiştir. Sultanu’l Ulema’nın kabrinin teşkilinden itibaren gelmeye başlayan ziyaretçilerin kalması için birkaç hücre yaptırıldığını biliyoruz. Bugünküler Osmanlı dönemine aittir. Batıdakileri Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan bu özel mekânlar, zaman içerisinde bazı tamir, tebdil ve tecdidlerle günümüzdeki şekil ve görevlerini almışlardır. Sultan III. Murad’ın 992 / 1584 yılında diğer hücreleri inşa ve ilave ettirdiğini kitabesinden öğreniyoruz.Hücrelerin toplam sayısı 18’dir. “18” rakamı ise Mevlevilikte önemli, saygın ve sembolik bir sayı olup, “Nezr-i Mevlâna ” diye bilinir. 
       Derviş Kapısı’ndan girerken sağ taraftaki hücreler, sırasyla: “Aşçı-başı Efendiye”, “Türbedar” a, “Tarikatçi Efendi’ye” ve zâbitana aitti. Kuzeydeki hücrelerin gerisindeki bahçede görülen genişçe bina, “Çelebi Dairesi” diye de anılan misafir-hânedir.

       MEYDÂN-I ŞERİF:
       Güney batı köşede, mutfağın bitişiğindedir. Şimdi müdür odasıdır. 1867 yılında inşa edilen bu son derece önemli salonun tavanı motiflerle süslüdür. Herkesin girmesi uygun olmayan bu mekanda “Postnişin Hazretleri” ile davet ettiği şahıslar girebilirdi. Başta âsitâne olmak üzere imparatorluğun dört bir yanına yayılmış bulunan, toplam sayıları yüzü aşkın şubelerin işleri burada görüşülürdü. Yönetimle ilgili işler, mükâfaat ve mücâzaat konuları bu mahrem ve saygın mekanda ele alınarak karara bağlanırdı.

       MUTFAK:
       İki tanedir. Biri eski mutfak olup, kuzeydeki bahçede, Çelebi dairesinin yanındadır. İkincisi ise batıdaki avlunun güney batı köşesindedir. Meydân-ı Şerif ile birkaç odacığa bitişiktir. Bodrumunda kiler bulunan bu önemli yapı, tam teşekküllüdür. “Ocakbaşı”, yemek yenen “Somatlık” gibi, hizmetlilerin kaldığı “Canlar Odası” da buradadır. 
       “Mutfak” hem aşın hem de tarikata girmek isteyen adayın kontrol edilip, ruhen pişirildiği gözde mekândır. Mübârek tutulur. Adayın kendisini denemek için belli bir süre kaldığı postun bulunduğu seki de mutfağın önemli müştemilatındandır. Mutfağın en yetkili yöneticisi, son derecede önemli makama sahip bulunan “Ateş-baz Velî” ünvanıyla anılan şahıstır. Adayın kontrollerle liyakat derecesini o tayin ederek, kalıp kalmayacağını o teklif eder idi. Onayı alana hücrede yer gösterilirdi. Dervişliğe kabul edilen kişiye “Sema” talimleri de Somatlık’daki özel yerde yaptırılırdı.

       ÇELEBİ DAİRESİ:
       Güneyde, Kıbâbu’l Aktâb’ın duvarına bitişik, Hâmuşân’a nâzır olarak sonradan yapılmış, kârgir, camekânlı, genişçe mekândır. Meşhur “Niyaz Penceresi” de burada kalmıştır. Dergah meşayihinin misafir ve görüşme salonu iken günümüzde ‘Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphânesi’ olarak kullanılmaktadır.

       KÜTÜPHÂNE:
       Âsitânede özel bir kütüphânenin tesisini, 1271 /1854 yılında Mehmed Said Hemdem Çelebi gerçekleştirmiştir. Âsitâneye ait okunmak üzere alınmış olan ne kadar eser varsa hepsini toplatarak bir araya getirtmiştir. Dervişlerde, Çelebilerde, dolaplarda, sergenlerde, raflarda, hücrelerde bulunarak derlenen bu nâdide eserlere özel kütüphânesini de bağışlayıp katan Hemdem Çelebi böylece bir büyük hizmeti daha gerçekleştirmiştir.

       MİSAFİRHÂNE:
       Ma’murenin kuzey batı tarafındaki bahçede bu yöndeki derviş hücrelerinin arkasındadır. Tek katlı olup, dört oda ve bir de salondan meydana gelmiş kârgir binadır. Postnişîn Efendi, cuma ve bayram tebriklerini burada kabul ettiği için buraya “Şeyh Dairesi” denildiği de olmuştur.

       AVLULAR:
       Âsitâne’nin Dört tarafı avluludur. Bunlar: I. ‘Hadîkatu’l Ervah’ (Ruhlar Bahçesi). Batıdadır. Şadırvan ve havuz buradadır. II. ‘Hâmuşân;’ Güneydedir. Ortasında küçük bir havuz vardır. Türbe mezarlık tarafında olduğu için bu adı almıştır. III. ‘Doğu Avlu:’ Doğu taraftaki bu avluda şimdi mezar taşları sergilenmektedir. IV. ‘Kuzey Avlu:’ Bu tarafta yer alan gül bahçesinden ingin bir duvarla ayrılmış durumdadır. “Çelebiler Kapısı” ve “Valideler Mezarlığı” buradadır.
       Avluların hepsi de önceleri ünlü Mevlevîlerin gömüldükleri mezarlık durumunda idiler. 1927 yılında müze olarak yapılan düzenlemeler sırasında, taşları doğu avluya nakledilerek buralar, bahçe haline getirilmişlerdir. Hürrem Paşa, Sinan Paşa, Hasan Paşa, Fatma Hatun ve Mehmet Bey Türbeleri de avlularda yer alan Osmanlı eserlerindendir.

       ŞEB’İ ARÛS HAVUZU: 
       Batı avluda, mutfak ve Meydan-ı Şerif’in önündedir. Eski takvimle, Mevlâna’nın vefatının yaz mevsimine rastladığı yıl dönümlerinde törenler bu havuzun çevresinde yapılırdı.


       ŞADIRVAN:

       Batıdaki avlu olan Hadîkatu’l Ervah’da bulunmaktadır. Ortasındaki yekpâre mermer havuz, Ulu Arif Çelebi’ye, Kütahya’dan hediye olarak gönderilmiş olup, şadırvanın yapımında buraya yerleştirilmiştir. Su, Yavuz Sultan Selim tarafından getirilmiştir. Buna dair kitabesi güneydedir. Onarımlar görmüştür.Üzeri sayvanla örtülüdür.

       SELSEBİL:
       Batıdaki avluda, bu yöndeki derviş hücrelerinin önündedir. Hemdem Said Çelebi tarafından yaptırılmıştır.

       TİLÂVET ODASI:
       Türbe ve mezarların bulunduğu kapalı mekânlara girişi sağlayan odadır. “Okuma Odası” olarak kullanılmıştır. Günümüzde Osmanlı döneminin ünlü hattatlarının nâdide eserleri, Harem-i Şerif maketi, kündekâri kapak gibi müzelik eşyalar sergilenmektedir. Buradan “Gümüş Kapı” ile “Kademât-ı Pir” denilen mekana geçilir. Mevlevi kültüründe önemli yeri olan “Gümüş Kapı” Sokulu Mehmet Paşanın oğlu Hasan Paşa tarafından 1008 / 1599 yılında hediye edilmiştir. Hat ve tezyinatla bezelidir.

       KADEMÂT-I PÎR:
       Gümüş kapıdan doğuya doğru, Mevlâna’nın türbesi önüne kadar uzanan mekândır, Güneyinde, paralel olarak “Kibabu-l Aktab” yer alır. Kuzeyinde mescid, Horasan erleri ve semahâne bulunmaktadır. Üzeri üç kubbe ile örtülüdür. “Dahil-i Uşşâk” diye de bilinir. Mevlâna’nın türbesinin önündeki Post Kubbesinin altında sona erer.

       KIBÂBU’L AKTÂB:
       “Kutupların Kubbeleri” anlamına gelen bu mekân, Mevlâna yakınlarının ve ünlü Mevlevîlerin sandukalarının bulunduğu yer olup genişçe iki kubbe ile örtülüdür. Duvarları hat ve motiflerle süslenmiştir.

       GÜMÜŞ KAFES:
       Kuzeyi açık eyvan tarzındaki Mevlâna türbesinin bu yönünde bulunur. İki fil ayağının arasındaki mermer şebekelerin ortasındadır. Gümüşle kaplı olduğu için bu adı almıştır.Önünde “Gümüş Eşik” ve “Gümüş Basamaklar” (Mirâc-ı Sîm-pâye) bulunmaktadır. Bunların altında, türbenin mahzenine inişi sağlayan merdiven varsa da mahzen kapısı örülü durumdadır. 
       Mevlevilerce son derecede önemli olan “Gümüş Kafes”, Maraş Mir-i Mírânı Mahmud Paşa tarafından, kalem-kâr İlyas’a yaptırılmıştır. Son derecede zarif ve gayet sanatlı olarak meydana getirilmiş olan bu eserin üzerinde, şair Mâni’nin 32 beyitlik Türkçe manzumesi yazılıdır.Yazı, Mirza Ali’ye aittir.

       ÇERAĞ KAPISI:
       Gümüş Kapı’dan, Dâhil-i Uşşâk’a girilince solda vaktiyle kandil, şamdan ve mumların bulundurulduğu yerde olduğu için bu adı almıştır. Mescid’e açılır.

       MESCİD:
       Dahil-i Uşşâk’ın kuzeyindedir. Semahâne ile müşterek yapılmıştır. Her ikisi de Kanuni Sultan Süleyman zamanına tarihlenir. Üzeri yüksek geniş ve ferah bir kubbeyle örtülüdür. Mermer kürsüsü, mihrabı, kârgir müezzin mahfili dikkati çekecek zerafettedir. Günümüzde Sakal-ı Şerif, nâdide yazma eserler ve müzelik değeri büyük olan eşyalar sergilenmektedir.

       SEMAHÂNE:
       Mescidin doğu bitişiğimdedir. Mimari yönden Kânuni Devri özelliklerini taşır. Üzeri geniş ve ferah bir kubbeyle örtülü olup, altında bulunan geniş mekân semâ yapılan Meydan-ı Şerif’tir. Doğu ve kuzeyinde Sultan II. Abdülhamit’in inşa ettirdiği (1306/1881) iki katlı mahfiller yer almıştır. Bunların alt katı mutribân heyetine ve misafirlere; üst kat ise hanımlara aittir. Güneyinde “Naathân Mevkii” görülür. 
       Semahâne ve mescidin kubbe ve duvarlarında yer alan sıra ve pencereler içeriye ferah bir görüntü kazandırırlar. “Şeriat” ve “Tarikat” sembolleri olan bu iki mekânın arasında ingin bir süs duvarı mevcuttur. Bunun süslü, az yüksek ve kapılı olması, “Şeriat” ile “Tarikat” birliğini ve beraberliğini de sembolize eder gibidir. 
       Her iki mekândaki vitrinlerde Mevlâna yakınları ve Mevlevîlere ait nâdide eşyalar, folklorik, etnografik malzemeler sergilenmektedir. Müze olduktan sonra buraya armağan edilen değerli objeler de vitrinlerde alâka ile seyredilmektedir.

       DİĞER YAPILAR:
       Mevlâna Âsitânesine yedi yüz yıllık tarihi içerisinde bir çok sosyal, dînî ve kültürel yapılar eklenmiştir. Türbe (Kürkçüler) Hamamı, Selimiye Camii, İmâret, Yusuf Ağa Kütüphânesi, Muvakkıthâne, Türbe (Sultan Veled) Medresesi bunlardandır. Bir kısmı son yarım asır içerisinde maalesef kaybolmuştur. 
       Başta “Âsitâne” olmak üzere bütün Mevlevihâneler, bol gelirli,zengin vakıflarla yönetile gelmişlerdir. “Celaliye Evkafı” adıyla bilinen bu vakıfların her türlü ihtiyaca cevap veren gelirleri sayesinde Mevlevilik ve Mevlevihâneler, gayrinin yardım, destek, dolasıyısıyla baskı ve tekliflerine konu olmadan görevlerini ifâ ve icrâ etme imkanıyla yaşamışlardır.
       Konya Mevlâna Âsitânesi, İcra Vekilleri Heyeti’nin 2 Eylül 1341 /1922 tarihli kararıyla, diğer tekke, dergah ve zaviyeler gibi seddedilmiştir. Aradan fazla zaman geçmeden, Mevlâna Âsitânesi’nin “Âsâr-ı Atika Müzesi” haline getirilmesi uygun görülmüştür. Gerekli düzenlemelerden sonra Âstâne, 2 Mart 1927 tarihinde “müze” olarak merasimle ziyarete açılmıştır.Bu gün yurdumuzun Topkapı Sarayı’ndan sonra en çok ziyaretçisi olan müzesidir.