HZ.MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE KADIN – Celâleddin Bâkır Çelebi

A+
A-

HZ.MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNDE KADIN

Dr. Celâleddin Bâkır Çelebi

İlk inançlara göre, gökyüzüne erkek denmiş, yeryüzüne ka­dın. Gökten yağan yağmur, toprağı suladıkça, onun sinesindeki tohumlar yeşerip, meyve vermiş. Toprak cömertçe verdikleriyle, ana adını haketmiş. Toprak ana olmuş.

“Kitab ehli” nin inançlarına göre, Hz. Adem (A.S.) topraktan Havva anamız’da O’nun bedeninin bir parçasından yaratıl­mıştır. Allah’ın “ol” emriyle, anasız babasız var olan yegâne insanlardır bunlar. Yaratılışın başlangıcından bu yana, tarihte ilk suçu erkeğe işleterek cennetten kovulmalarına sebep olan, kadın.

Bazı rivayetlere göre, Adem (A.S.) oğulları Hâbil ile Kabil arasındaki kurban kavgasına neden olan ve uğruna yeryüzün­de ilk cinayetin işlendiği varlık kadın.

Ve dünya durdukça insanları kandırıp günah işlemeleri için, şeytan tarafından vasıta olarak kullanılan kadın! Şöyleki Mesnevi: “… Melun İblis, Allah’a, ey herkesin rızkını veren, avlanabilmem için, bana kuvvetli bir tuzak gerek bunu isterim senden, dedi. Allah, ona altını, gümüşü ve at sürüsünü gösterdi; halkı bunlarla aldatabilirsin dedi. iblis, çok güzel dedi; dedi ama suratını da ekşitti, sıkılmış turunç gibi dudaklarını sarkıttı. Bunun üzerine Allah, altını, inciyi, güzel mâdenleri ona armağan etti. A melun dedi, şu tuzağı da al. Şeytan dedi ki: Ey güzel yardımcı, bundan daha fazlasını ver! Yağlı, ballı şeyler, değerli şaraplar, ipek kumaşlar verdi ona. Şeytan dedi ki: Yarabbi, imdâd et; onları hurma lifinden örülmüş bağla bağ­lamak için bundan daha fazlasını istiyorum. Böylece de senin er olanların, ercesine koparsınlar o ipleri. Bu tuzakla, bu he­ves ipleriyle de senin erlerin, adam olmayanlardan ayrılsın. Ey ululuk tahtının Sultanı, insanı baş aşağı düşürecek kadar şiddetli ve aldatıcı başka bir tuzak istiyorum. Allah, şarabı, çengi önüne koydu; iblis yarı gülümsedi, yarı sevindi buna… Derken Allah, erkeklerin akıllarını sabırlarını alan kadın güzelliğini gönderince İblis parmaklarını şıkırdatarak oynamaya başladı. Ver ver, şimdi muradıma kavuştum dedi… O, aklı, fikri karar­sız bir hale getiren, o mahmur gözleri, şu gönlü çöreotu gibi yakıp kavuran dilberlerin yüzlerini, yüzlerindeki benleri, kaşla­rı, akîka benzeyen dudakları görünce. Sanki ince bir tül per­deden Hak tecellî etmiş gibi geldi. O nazı, o edayı, o kıvrak kırıtışı görünce, Tanrı’nın, tül perde ardından tecellîsini andı­ran bu güzelliği seyredince İblis, sıçradı hemencecik oynama­ya koyuldu.”

Muhterem dinleyenlerim, böylece sevinerek oynayan İblis’in, yaratılışın en etkili silâh ve tuzağına sahip olduğunu gö­rüyoruz. Ancak kadının duygusallığının ve zekâsının, bu silâhı bazan etkisiz hale getirdiğini, böylece şeytanın imtihan etmek istediği insanları kandıramayınca, hüsrana uğradığına da şahid olmaktayız. Mesela Büyük Peygamberlerden Hz. Musa’yı Fir’avun’un şerrinden kurtaran kadınlar olduğu gibi; Hz. İsâ ve Hz. Muhammed’in risâletlerine herkesden önce inanıp iman edenler, yine kadınlar olmuşlardır. Hz. Meryem ve Hz. Hatice. Böylece iblis’in bütün hüner ve gayretine rağmen ka­dınlar, Yüce Yaratan’ın takdiriyle, iman’a çağıran Adem (A.S.) hariç, bütün Peygamberleri doğurup analık etmişler, onlara inanmışlar, şeytanın oyunlarını bozmuş, ona âlet olmamışlar­dır…

Hz. Muhammed’in hadislerine göreyse: “Cennet anaların ayakları altındadır” (Câm’i S. 1. s. 122), “Sizin hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır ve ben, aileme en hayırlı olanınızım: ka­dınları, ancak kerem sahibi olan büyük kişi ulu tutar, ağırlar, onları ancak alçak olan horlar, aşağılar” (Câm’i S. 2 s.9), “Dünya, tamamıyla meta’dan ibarettir; dünyanın en hayırlı metaı ise temiz ve iyi kadındır” (Câm’i S. 2 s. 14). Söz budur ancak, kadınlar, erkeklerin yarısıdır(Câm’i S. 1 s. 85)

Değerli dinleyenlerim, bu hâdis’e göre, kadın erkeğin yarısı oldu mu, erkek de kadının yarısı olur; şu halde erkekle kadın birbirine denktir… Ancak manen denktir, insan olarak denktir. Öte yandan insan neslinin devamını sağlayan kadın, yaratıcı üstünlüğünün sebep olduğu beden zaafı dolayısıyla, korunmaya, himaye edilmeğe muhtaçtır… Bu özelliğinden meydana gelen zaaf ise, eğer buna zaaf denebilirse, bu ne muhteşem, ne güzel bir zaaftır… Herhalde bu yaratıcı üstünlü­ğün var ettiği zaaftan olacak ki, Kurân-ı Kerîme göre (Kurâ’n-ı Kerîm Nisa S.4. A.34), “erkekler, kadınlardan üstündür; çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün kılmıştır; kadınları mallariyle geçindirirler…” Bu âyet’teki erkekler adı, adam olmuş, erlik durağına varmış kişilere verilen ad’tır, kadın olsalar dahi… Umumiyetle kadının duygu ve nefsin, erkeğin ise aklın sembolü olarak düşünüldüğünü görmekteyiz. Ancak, kadının bu özelliğinin, cazibesini artırmakta olduğunu da inkâr edemeyiz… Yaratılışın bir cilvesi olarak, günümüzün teknoloji dünyasında, yapılan araştırmalar neticesinde, spor sahaların­da, kadınların erkeklerden beş misli zayıf olduğu tesbit edilmiş bulunuyor… Ancak bu dünyada insanlar var olduğundan be­ri, acaba hangi hadîsenin kadın mihverinin dışında kaldığı düşünülebilinir?… Nice misallerde görüldüğü gibi hayvanlar arasında dahi, yavrunun koşarak sürünün içinde anasını bul­ması; erkeğin dişisi için ölesiye savaşması gibi…

Bizlere göreyse akla ilk gelen kadın:

Anamız! Bedeninde, sinesinde, itina ile bizleri aylarca, se­nelerce barındırıp besleyen, hayata gözümüzü açar açmaz kendisine sığındığımız, doğumumuzdan ölümümüze kadar, canı pahasına bizi koruyup himaye eden fedakâr varlık…

Anamız! Dünyada ilk sevgilimiz! Karşılık beklemeden bizi seven, bizim için yorulan, fakat zaman zaman kendisini üzüp, gönlünü kırdığımız ilk sevgili…

Kadınımız! Çocuklarımızın anası! Annesi gibi, annemiz gi­bi kaderini teslimiyetle yaşayacak olan, bir ömür boyu sevinç­li günlerimizin, sıkıntılı günlerimizin ortağı… Ömrünü, varını yoğunu cömertçe ailesine, evine vakfeden sevgili! Kadınımız! Eşimiz! Veya hayat arkadaşımız!

Muhterem dinleyenlerim, ezelden beri, Türk töresi, Türk an’anesi, kadına özel bir değer ve mevkî vermiştir… Kana­atimce bu töre’nin etkisiyledir ki, Cumhuriyet devrinde, mede­nî geçinen bir çok devletten önce, vatanamızın kurtarıcısı, Mustafa Kemâl Atatürk ve arkadaşları kadın hakları­nı resmen tanımışlardır. Orta Asya’da başlıyan ve hala devam eden bu töreyi, Türkmen aşiretlerinde açıkça izliyebiliriz. Gü­nümüzde birçok dünya milletlerince benimsenmiş olan bu tö­renin etkisiyle, erkekle aynı haklara sahip olan kadın, bir yan­dan her alanda onunla yarışmada, öte yandan iyi günde de, kötü günde de, evinin hanımı olarak erkeğinin yanında yer al­mada; onun sevincini hüznünü paylaşmakta, ona daima des­tek olmakta, yaratılışında mevcut şefkati göstermektedir…

Muhterem dinleyenlerim, konumuzla ilgili olarak baktığı­mız da, Hz. Mevlânâ’nın babası, Bahâeddin Veled’in devri­nin en büyük âlîmi olmasını muhakkak annesine borçluyuz. O iki yaşına bastığında, babası vefat edince, Horasan ülkesinin padişahı Hârzemşâh kızı olan annesi elinden tutarak, babası Hüseyn-i Hatîbî’nin kütüphanesine götürüp: “Beni babana bu eserler yüzünden verdiler. O, bu eserleri okumakla dünya ve ma’na ilimlerini öğrenmiş, İslâm alemindeki müstesna yerini almıştır”, diyerek oğlu Bahâeddîn   Veled’in daha sonra “Sultan-ül Ulemâ” diye anılmasına sebep olan kıvılcımı yakmıştır. Bu hâdise, Hz. Mevlânâ ailesince bir an’ane olarak benim­senmiş, asırlar boyunca kadına, özel bir değer verilmesine se­bep olmuştur. Hiç şüphesiz, Hz. Mevlânâ’nın yetişmesinde, babasının ve çevresinin tesiri olduğu kadar, annesi “Mader-i Mevlânâ” Mü’mine Hatun’un da çok büyük tesiri olmuştur. Hz. Mevlânâ, eserlerinde kadına, önce insan olarak değer vermiş­tir… O’na göre “kadın-erkek farkı bu dünyada vardır. Ruhlar âleminde şekil olmadığından aralarında bir ayırım yoktur”

(DîV. Keb., Furûzanfer, C.4.G. 1943. Gölpınarlı, C.4, G. 142)

Hz. Mevlânâ aynı zamanda iki kadınla birlikte evli olma­mış. İlk eşi Gevher Hatun’un vefatından sonra, Kerra Hatunla evlenmiştir. Cemiyetin iyi, kötü diye tanımladığı her kadına, fark gözetmeksizin hitab etmiş.. Eserlerinde sık sık kadın erkek ilişkilerinden bahsederek, halkı aydınlatmıştır… Mevlânâ’mız hayatı boyunca kadınlara da ders vermiş, onlarla sohbet et­miş, düzenledikleri toplantılara gitmiş, kendi aralarında bir Türk An’anesi olan Semâ törenleri tertip etmelerine izin ver­miştir… Kendisinden sonra da, an’ane haline gelen bu durum uzun zaman sürmüş, köylere dahi yayılarak kadınlar da ken­di aralarında Semâ törenleri tertip etmişlerdir.

Tarihte memleketimizin muhtelif yerlerinde Konya’da Kü­tahya’da, Tokat’ta Mevlevi Halife ve Şeyhliği yapmış olan sa­yısız Hanıma rastlamaktayız. (Ariflerin Menkibeleri’nde ve Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik’te müteaddit.)

Mevlevi Tekkelerindeki Semahanelerde “Semâ Töreni” icra edilirken, kadınlar kafes arkasında semâ ederlerdi…

Hz. Mevlânâ ekolünde asırlar boyunca, büyük düşünürler, musikişinaslar, şairler, emsalsiz san’atkarlar yetişmiştir. O’nun kültüründen, ilminden ve irfanından, istifade edip yetişen, er­keklerin yanında kadınların da aynı derece varlığına şahit olmaktayız. Hz. Mevlânâ’nın, Fîhî mâ fîh adlı eserinde (Fihî-mâ-fîh, 20.bölüm), mayasında fenalık bulunan kadının, bu fenalığı mut­laka tatbik imkanı bulacağını belirtmektedir. Gizli herşeyin, in­sanın tecessüsünü uyandıracağından, şehir sokakları ekmekle dolu olsa, köpekler dahi yemekten kaçınsalar, sarılarak giz­lenmiş bir ekmeğin herkesin ilgisini çekeceği misalini vererek şöyle buyurur: “Kadın nedir, dünya ne? İster söyle, ister söyle­me; o neyse gene O’dur; yaptığını bırakmayacaktır o. Hatta söyledikçe daha da beter olur… Şöyle ki, halk, koltuğuna ye­nine sakladığın, vermemeye, göstermemeyi savaştığın o ek­meğe öylesine düşerler ki, bu düşkünlük haddi sınırı aşar-gider. çünkü “insan men edildiği şeye düşer”, kadına “Gizlen” diye emrettikçe onda, kendini gösterme isteği çoğalır-durur, halkta da, o kadın ne kadar gizlenirse, onu görmek isteği o kadar artar. Şu halde sen oturmuşsun, iki tarafın da isteğini kı­zıştırıyorsun. Sonra da bunu doğru düzen bir şey sanıyorsun; oysa ki bu iş bozgunculuğun ta kendisidir. Kadının mayasında kötü bir işte bulunmamak varsa, “yapma” desen de, demesen de, iyi huyuna, temiz yaratılışına uyacak, ona göre hareket edecektir o. Yok tersine, mayası pisse, gene kendi yolunu tu­tacaktır o. Gerçekten de yapma etme, görünme demek, isteği arttırır ancak, başka şeye yaramaz.”

Muhterem dinleyenlerim, “Ayran kâsem önümde oldukça, kimsenin balını düşünmem… Azıksızlık, ölümle kulağımı bur­sa bile, hürriyeti kulluğa satmam ben”, diyerek, hürriyete bü­yük ehemmiyet veren Mevlânâmız, bir rubaisinde; kadın erkek ayrımı  yapmaksızın:   “Her  insanın bedeninde,   bir  hürriyet dünyası gizlidir” buyurur (Fihî-mâ-fîh, 23.bölüm). Demek    oluyor ki, zorlama yaratılıştaki insan tînetine aykırı düşüyor. Kuvvetli bir iç güdüye sahip olan kadın insanına göre hareket etmesini bi­lir, kiminin yanında rahatça açılır, kötü niyetlinin yanında kapanır. Hz. Mevlânâ aklın kılavuz olması gerektiğini, nefsin ar­kadan geldiğini söyler… Baskı ile örtünerek ve yalnız örtünmekle iffet muhafaza edilmez…

Mesnevî’sinde: “Gönül sahibi kimselerin, kadına karşı koyamıyacağını ve ona mağlub olacağını söylemektedir”(Mesnevi C.1,B.2433) “Kadın dedin mi çaresiz ona bir erkek gerek. Hâkim dedin mi, çaresiz ona bir mahkûm gerek” (Fihî-mâ-fîh, 37. bölüm) Ancak yine de Mesnevî’sinde erkeğin kadından üstün gibi gö­ründüğünü, gerçekte kadının erkeklere galip geldiğini somut örneklerle ortaya sermektedir… Mevlânâmız, kadını, Allah’ın yaratıcı kudretini dünyadaki en mükemmel temsilcisi; Yüce Yaratan’ın en büyük tecellilerinden birisi olarak tanımlamıştır… Kadına verdiği değeri, “Kadın Hak nurudur, sevgili değil… Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil” (Mesnevi C.1, B.2437), vecizesiyle anlamak mümkündür…

Muhterem dinleyenlerim, bütün insanlarla müşterek olan yönümüz, her birimizin bir ana’nın evladı olmamızdır. Bu eze­lî ve ebedi kanuna müdrik olan milletimiz, şehit ve gazi ana­larının çokluğu dolayısıyla, bu güzel vatanımıza “Ana-dolu” adını vermiştir. Vatanını ana adıyla anan, böylece ana gibi se­vildiğini ilân eden, dünyada tek milletiz. “Ana-dolu” adı, vata­nımızın ana gibi ülvîyetinin, bölünmezliğinin, bütünlüğünün, vazgeçilmez bir ilke olduğunun simgesidir.

Muhterem dinleyenlerim, Peygamberimiz (A.S.), “Cennet anaların ayakları altındadır”, buyuruyor… Bu eşsiz vatanı bir ana, bir sevgili gibi sevmekle, korumakla, milletimiz bu dün­yada cennet’e sahip olduğu gibi, öbür dünyada da cennet’e sahip olacaktır inancındayım… Bizlere göre vâr olmamızın kaynağı olan kadın, bir cömertlik, şefkat ve sevgi abidesidir…