Hz. İbrahim zalim olabilir mi?

A+
A-

Hz. İbrahim zalim olabilir mi?

Böyle bir soru dünyanın önde gelen Müslüman entelektüellerinden biri olan Ziyaüddin Serdar’ın Mukaddes Belde Mekke isimli eserini okuyana kadar ne aklıma gelmişti, ne de okuduğum herhangi bir kitapta tesadüf etmiştim. Soru, Serdar’ın adı geçen kitabında Hz. İbrahim’in öyküsünü anlattığı bölümde şöyle geçiyor:

Muhafazakar İslam’ın bu İbrahim (a.s.) öyküsünde bir hususu merak ederim. Tanrı’nın sadık bir kulu olduğu kabul edilen İbrahim, Hacer ve henüz bebek olan oğlunu susuz, yaşanmayan bir yere terk edecek kadar zalim olabilir mi? (İstanbul: Etkileşim 2015, s. 52)

Neden bizim kültürümüzde bu tür sorular sorulmaz, tartışmasına girmek bir başka yazının konusu olduğu için o bahse hiç girmeden bu sözlerden yola çıkarak bir soru da ben soracağım: Dinler tarihi, peygamberlerin tutum ve davranışları, evliya menakıbları bugünün değerleri ve düşünce yapısı ile ele alınıp kritize edilebilir mi? Edilmeli midir? Edilirse ne olur?

Bu yazıda bu sorulara cevap aramayacağım. Sözlerime devam etmeden önce yanlış anlamaların önüne geçmek için hemen açıklayayım. Böyle bir soru sorduğu için Serdar’ı eleştirmiyorum, sadece neden bizim böyle bir soru sormadığımızı anlamaya çalışıyorum. Bu ve buna benzer soruları sorduğu için kimse tekfir edilmemeli, imanı ve müslümanlığı sorgulanmamalıdır. Tartışmaya başlamadan önce bu ilkeyi ortaya koyalım.

Önce olayı hatırlayalım. Temel olarak iki kaynak var. İlki başta Ahd-i Atik olmak üzere Yahudi kaynakları, diğeri de Kuran ve hadislerin yanı sıra Kısas-ı Enbiya türü tarih kitapları. Olay ilkinde daha ayrıntılı anlatılmakta.

Ahd-i Atik’te anlatılan olayda Hz. İbrahim’in oğlu ve karısını çölde bırakmasından bahsedilmemektedir. Hacer oğlu olunca kendisini beğenmiş, Sara da önceden kendisine itaat eden bu cariyenin böyle davranmasına kızıp ona kötü davranmış, baskılara dayanamayan Hacer çöle kaçmış ve bir pınar başında beklerken bir veya birkaç melek gelip Hacer’i Sara’nın yanına gitmesini ve ona itaat etmesini söylemiştir. (Tekvin 16/1-16) İkincisinde Hacer’i bu sefer Sare kovdurmuştur. İshak’ın sünnet töreninde İsmail’in gülmesi üzerine Sare’nin arzusu ve Rabb’in emriyle, İbrahim hazırladığı yiyecekleri Hâcer’e vererek onları evinden uzaklaştırmıştır. Gerisini Ahd-i Atik’ten takip edelim.

14 İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da su hazırlayıp Hacer’in omzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı.

15 Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı.

16 Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, “Oğlumun ölümünü görmeyeyim” diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.

17 Tanrı oğlanın sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden Hacer’e, “Nen var, Hacer?” diye seslendi, “Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun sesini duydu.

18 Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.”

19 Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı ve Hacer bir kuyu gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi.

20 Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu. (Tekvîn, 21/8-21)

Ahd-i Atik’e göre İbrahim, Hacer ve İsmail’i Mekke’ye götürüp bırakmamış, karısı Sara’nın kıskançlığı yüzünden istememesinden dolayı hazırladığı azıkla onları evden uzaklaştırmıştır. Dolayısıyla Ziyaüddin Serdar’ın sorusu kendisinin de sorusunun başında söylediği gibi Ahd-i Atik rivayetiyle ilgili değildir.

Kuran’da kendisinden en çok bahsedilen peygamberlerden olan Hz. İbrahim’in oğlunu ve karısını Mekke’de yalnız bırakıp gitmesinden bahsedilmemektedir. Hacer adı da hiçbir yerde zikredilmemektedir. İslâmî kaynaklara göre Allah’ın dilemesi üzerine, Hz. İbrâhim, Hâcer ile İsmâil’i Mekke’nin bulunduğu yere bırakmıştır.

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.” (İbrâhîm 14/37)

Ayetten Hz. İbrahim’in hanımını ve küçük oğlunu ölüme terketmesi anlaşılmamaktadır. Klasik tefsirlere göre Hz. İbrahim karısını ve oğlunu Allah’ın emriyle namazı dosdoğru kılmaları için çorak bir araziye bırakmıştır.

Elmalılı, bu ayetleri tefsir ederken olayı Ahd-i Atik’ten farklı olarak şöyle açıklıyor.

Rivayet olunuyor ki İbrahim aleyhisselâm İsmail ile Hacer’i buraya [Mekke’ye] bırakıp Şama döndüğü zaman Hacer arkasına düşmüş «bu kuru, çıplak derenin içinde bizi kime bırakıp gidiyorsun» diye söylenir, o da cevab vermezmiş, nihayet Hacer «Bunu sana Allah mı emretti» diye sormuş, muşarunileyh «evet» cevabını verince Hacer radiyallahüanha «Öyle ise Allah bizi zayi etmez» demiş ve razı olmuş. (Hak Dini Kuran Dili, Bakara 126’nı tefsiri)

İslam kaynaklarına baktığımızda ise İbrahim bu işi istemeden, sadece Allah’ın emri olduğu için yapmış, Hacer de Allah’ın emri olduğu için yalnız bir şekilde orada kalmaya razı olmuştur. Her ikisi de bunun bir sınama olduğunu bilmektedir ve olacaklara razı bir şekilde beklemeyi kabullenmişlerdir. Burada iki husus öne çıkıyor. İlki her şeyin murad-ı İlahi’ye göre olması, ikincisi ise İbrahim ve Hacer’in bu olayla sınanmalarıdır. İbrahim yaşlılık döneminde sahip olduğu oğlunu ve karısını kimsesiz bir yerde bırakarak, Hacer de Allah’ın onları zayi etmeyeceğine inanarak istikamet üzere olduklarını göstermişlerdir. Bizim geleneğimiz de bu olayda bir hikmet görmüş, dolayısıyla sorgulamamıştır. Ne Hz. İbrahim’in zalim olacağını düşünmüştür, ne de Hacer’in ve İsmail’in zulme uğradığını.

Hikmet demişken devam edelim. Allah Hz. İbrahim gibi bizleri de her zaman sınıyor. Bize nefsimizden ve onunla sahip olduklarımızdan vazgeçmemizi emrediyor. Böylece hem biz, hem de terkettiklerimiz kemale erip birliğe kavuşacaklar. Çünkü nefis kurban edilmeden bir kuyu olan bedenimizden ledün ilmi olan zemzem fışkırmaz, taşmaz. Hiç tükenmeyen zemzem gibi bu ilim de hiç bitmez ve beden kuyusunda nefsimizin yardımıyla akıttığımız bu sudan kana kana içecek İsmailler de her daim bulunur. Canını kurban etmeye her daim hazır olmadan İsmail olunmaz.

Ziyaeddün Serdar’ın sorduğu sorunun bizim gelenekte sorulmayışının nedeni kanaatimce de budur.

Doğrusunu Allah bilir.

ETİKETLER: