Allah iki göz vermiş

A+
A-

Allah iki göz vermiş

İnsanın iki gözü vardır. Bu iki gözü bir görenler, ki biz onlara insân-ı kâmil diyoruz, herşeyi aslıyla birlikte görür. Bu gözlerinden biri madde gözü, diğeri mâna gözüdür. Biri basar, diğeri basîrettir. Bu iki gözden birinin görmemesi eksikliktir. Basarın eksikliği körlük, basîretin eksikliği ise irfân körlüğüdür. Her eşyâ hâl lisânı ile bize birşeyler gösterir. Üzeri yazılı bir kağıdı düşünelim. Basar sahipleri bunu yazı olarak görür. Ya basîret sahibi? Onu da bir menkıbe ile özetleyelim.

Hâl sahibi bir ârif beyaz kağıt üzerinde siyah şekiller görür. Hemen hâl diliyle ona seslenir: Ey kâğıt, niçin yüzünü siyaha boyadın? Yoksa bütün bunlar kâğıtçının eziyeti midir? Çünkü kâğıtçı ilk olarak seni ezmiş, suya batırmış, ardından duvarlara asmış, sonra da seni parçalara ayırmıştır. Kâğıt şöyle cevap verir: Her ne kadar kâğıtçı söylediklerini yapmışsa da bu saâdet onun yüzündendir. Zirâ bu sâyede divân ehli oldum. Hiçbir kitap ben olmadan tamam olmaz ve bensiz bütün yazarlar işsiz güçsüz kalır. Hâl sâhibi kimse şöyle der: Yoksa bu mücellidin zulmü müdür ki sana işkence yapmış, başının üzerine taş koymuş ve seni pazarlarda dolaştırmış, bıçakla sırtını kesmiştir? Kâğıt şöyle cevap verir: Ey efendi! Bu zulmü bana ne kâğıtçı ne de mücellit yapmıştır. Bana bütün bu zulmü mürekkep yapmıştır. Git ona sor!

O, mürekkebe gider ve sorar: Ey mürekkep! Büyüklük ocağından ve lambanın dumanından nasiplenmişsin. Siyah giyip kendini derviş olarak isimlendiriyorsun. Senin kâğıda yaptığın ne yüzsüzlüktür. Mürekkep cevap verir: Ey efendi! Ben mürekkep olarak satılmaktan eziklik duyduğumdan beri, hokka köşesinde yer edinmiş, etrafıma çinkodan bir hisar çekmiştim. Niyetim siyah yüzümü kimseye göstermemekti. Kamış beni bu iş için köşemden çıkarttı. Bunun hesabını ondan sor. O kamışın yanına gider ve sorar: Ey kamış! Senin gibi ulvi biri, bir dervişi nasıl incitir? Kamış cevap verir: Ey efendi! Ben bir dere kenarında idim. El beni kesti, ayağımı ve başımı koparıp dilimi çekti. Burada ayıplanacak eldir. Git ona sor. O ele gider ve sorar: Ey el! Kamışa yaptığın bu zorbalık nedir? Hükümdarlık mührünü taşıyan kimse zayıf bir kamışa bu zulmü yapar mı? El cevap verir: Ey efendi! Sen bilmiyorsun ki ben et ve deriden başka bir şey değilim. Et ve deri emir olmadan hareket edemez. Bana bu emri kudret vermiştir. O kimse kudrete gider ve sorar: Ey kudret! Ele nasıl bir baskı uyguluyorsun ki dikenlerle başkalarını incitiyor? Kudret, “Ben irâdeye tâbîyim. Git ondan sor.” Diye cevap verir. O irâdeye gider ve sorar: Ey irâde! Ben senin gibi birisinden bu çeşit hareketi beklemezdim. Kudreti yapmaya zorladığın iş nasıl iştir? İrade cevap verir: Sen bilmiyor musun ki ilim ve aklın emri olmadan benden bir şey zuhur etmez. O, ilim ve akla gidip sorar: Ey ilim ve akıl! Sizden hep iyi ve doğru şeyler ümit edilir. İradeyi işlemeye teşvik ettiğiniz iş ne biçimdir? Akıl ve ilim cevap verir: Ey efendi! Sen bilmiyor musun ki ilim ve aklın yeri gönüldür. Gönül olmadan bizden hiçbir şey sadır olmaz. O, gönle gider ve sorar: Ey gönül! Sen uzuvların reisi ve organların padişahısın. Akıl ve ilme yaptırdığın ne biçim iştir? Gönül cevap verir: Ey kalb-i selim sahibi! Sen bilmiyor musun ki Allah tealadan başkası değildir.

Allah iki gözü açık kulları arasına bizleri de idhal buyursun, her iki göz körlüğünden bizleri korusun. Amin.

İsmail GÜLEÇ

igulec@sakarya.edu.tr

ETİKETLER: