AFYON MEVLEVÎ-HÂNESİ – Hasan Özönder

A+
A-

III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ

AFYON MEVLEVÎ-HÂNESİ

Hasan ÖZÖNDER

GİRİŞ
XIII. yüzyıldan itibaren Türk kültür, tefekkür ve sosyal hayatında son derecede etkili olan tarikatlerden birisi de Mevlevîlik’tir. Büyük Türk mutefekkir ve mutasavvıfı Mevlâna Celâleddin Rûmi”nin vefatından (17 Aralık 1273) sonra, onu sevenlerin gelenek ve göreneklerinin kaybolmaması maksadıyla oğlu Sultan Veled tarafından kurulmuş olan Mevlevîlik, çeşitli ırk, cins, dil, kültürden ve her tabakadan insanlar üzerinde müessir olmuştur. Sünnî akideye bağlılığı; sevgiye, hoşgörüye, müsamahaya, sanata ve toplum düzenini korumaya verdiği önemle dikkati çeken Mevlevîlik, XIII. yüzyılın sonlarına doğru teşkilâtlanmaya başlamıştır. Mevlevîliğin, tarikat pîrinin türbesinin de yeraldığı ana yönetim binası anlamına gelen “Âsitâne“si, Konya’dadır. Buradan başlayarak, merkezden mühite doğru yayılan dalgalar gibi, etrafta açtığı şubelerle fert ve toplumların görüş, düşünüş ve yasayışlarına  yön vermiştir. Selçuklular devrinden Anadolu’da; Osmanlılar döneminde imparatorluğun çeşitli şehir ve kasabalarında açtığı sayısı yüzü aşan dergâh ve tekkeleriyle Mevlevîlik, fikir sistemini ve olaylara bakış açısını çevreye benimsetmiştir.

Mevlevîliğin Konya Âsitânesi’nden hemen sonra gelen en önemli temsilciliği, Afyon-Karahisar Mevlevîhanesi olmuştur. Mevlevîlerce, Konya ziyaretinden sonra behemahal ziyaret edilmesi gereken ikinci yer, Afyon’dur. Afyon’un tarikat içerisindeki bu önemi, yeni değildir; Mevlâna, Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi günlerinden beri Afyon’a özel bir alakanın varlığı bilinmektedir. Sultan Veled, kızı Mutahhere Hatun’u Germiyanli Savcı Bey’in oğlu Umur Bey’le evlendirerek (1276), iki aile arasında köklü bir bağı kurduğunu görüyoruz. İşte, Mevlevîlik Tarikatı’nın Afyon ve yöresine intikali bu yıllarda başlar. Mimarî mahiyeti hakkındakı bilgilerin bize kadar ulasamadığı ilk Mevlevî-hâne’nin de Afyon kültür ve tefekkür hayatında bu yıllarda fiziki mekân olarak yerini aldığını kabul ediyoruz. Sultan Veled’in teşkilata son derecede önem veren, yapıcı, muteşebbis oğlu Ulu Ârif Çelebi döneminde, 716/1316 yılında bu maksatla bir bina inşa edilmiştir.

Ulu Ârif Çelebi’yi Afyon’da misafir eden Sahip-oğlu Ahmed Bey, ona olan muhabbet ve hürmetin bir ifadesi olarak bu binanın yerine, daha elverişli bir plânda olmak üzere ahşaptan bir dergâh inşa ettirmiştir. Böylece faaliyetlerini daha geniş imkanlarla yürüten Afyon Mevlevîhanesi, Germiyan Bey’i I. Yakub Çelebi zamanında da lâyıkı veçhile himâye ve destek görmüştür. Faaliyet harcamaları için Büyük, Orta ve Küçük Kalecikler, Kışlacık, Deper, Kozluca, Çukurköy gibi köyler 1316 yılında Mevlevîhane’ye vakfedilmiştir. Daha sonraki dönem idarecilerince de yapılan ilâve vakıflarla Afyon Mevlevîhanesi, sosyal ve kültürel alanlardaki etkinliklerini başarı ile sürdürmüştür.

AFYON MEVLEVÎ-HÂNESİ’NİN MİMARÎ DURUMU:

Ayfon Mevlevî-hânesi, diğer mevlevîhâneler gibi, dört ana bölümden meydana gelmiştir:

1) Semâ-hâne

2) Mescid

3) Türbe

4) Matbah-ı Şerîf ve Derviş Hücreleri

Mevlevî-hâne, bu günkü şeklini Sultan II. Abdülhamid tarafından R: 1324, (H: 1326, M: 11208) yılındaki inşa ile almıştır. Neoklâsik ve Türk Barok uslûbunun mimarı ve tezyini özelliklerine sahip bulunan Dergâh’ın inşasında İzmir’li Andon usta görev yapmıştır.

Müşterek görünümleri ile Şeriat, Tarikat birlik ve beraberliğini sembolize eden “Mescid” ve ” Semâhane“si; ilim, fikir, kültür, sanat ve devlet yöneticiliğinde isim yapmış değerli şahsiyetlerin medfun bulunduğu “Türbeler” kısmı; Nefsi terbiye, tezkiye, tasfiye, tekmile yolunda büyük görevler yüklenen “Matbah-ı Şerif“i; çeşitli ilim, fikir, kültür ve sanat faaliyetlerine elemanlar yetiştiren “Derviş Hücreleri” ile Afyon Mevlevîhanesi de, diğerleri ile müştereken ünlü “Mevlevî Medeniyeti”nin teşekkülünde büyük hizmetler deruhte etmiştir. Günümüzde 1350 metrekarelik bir alana sahip bulunan Dergâh’ın binası 715 metrekarelik bir yeri kaplamış durumdadır.

Dergâh, şehrin güneyinde bulunan Zâviye Sultan Mahallesi’ndedir. Güneyinde Akmescid, kuzeyinde ise Türbe Caddesi geçmektedir. Batı cephesindeki yokuşun adı, Zaviye Canbaba diye anılmaktadır.

AVLU: Kuzeyde yeralan iki kanatlı bir kapıdan girildikten sonra genişce bir merdivenle ana avluya intikal edilir. Doğu-Batı yönünde dikdörtgen plânlı bu genişce avluda, doğu tarafta “Derviş Hücreleri” ile çeşitli servis mekanları; Batı tarafta ise, “Matbah-ı Şerif” ve “Gasil-hâne” mevcuttur. Ortasında büyükce bir şadırvanın (res:1) yer aldığı avlunun yine doğu tarafında bulunan “Meydan-ı Şerif” ile “Selamlık Dairesi“, büyük yangında yandığı için bize kadar gelememişlerdir. Yerleri boş bulunmaktadır. İki katlı olarak ahşaptan yapılmış bu kısımlar zeminde 5, üst katta ise 2 oda ve 1 büyük salonu muhtevi idi. Semâ-hâne son cemaat mahallinin cephe duvarında, yok olan bu yapıya ait bazı izler bugün de görülmektedir.

Avlunun güneyinde semahane ve mescidin müşterek binaları yeralmıştır. Ortadaki tarihi şadırvan XIX. yüzyılın sonlarındaki büyük yangında harap olmuş ve 11208 yılındaki köklü onarımda aslına yakın şeklinde yenilenmiştir.

DERVİŞ HÜCRELERİ: Avlunun kuzeyinde yer alan hücreler iki katlıdırlar. Alt kat, arazinin meyilli genel durumu itibariyle avlu kotundan aşağıda bulunduğu için odunluk, kömürlük, kiler olarak kullanılmakta olup üst kat, avlu zemini hizasındadır. Bağdadi tarzla inşaa edilmiştir. Önleri bir uçtan bir uca uzanan ahşap sundurmalıdır (res: 2). Her hücrenin avluya nazır bir kapısı ve bir de penceresi vardır. Kapıdan girilince taş döşemeli küçük bir ayakkabılığa, buradan da ahşap döşemeli odaya geçilir. Oda, sedir ve minderlerle döşelidir (res: 3). Gerek mevlevîhâne mensuplarının ve gerekse misafirlerin kaldığı bu hücreler, resim, hat, tezhip, cılt, saatçilik, müsiki ve minyatür gibi çeşitli sanatların öğretildigi dershane olarak da kullanılmıştır.

MATBAH-I ŞERÎF: Mevlevî kültür ve tefekküründe müstesnâ bir yeri olan “Matbah-ı Şerîf1 geniş avlunun kuzey köşesindedir. Kareye yakın planda inşâ edilmiş bulunan Matbah-ı Şerîf’e, güneyinde yer alan iki kanatlı kapısından girilir. Üzerini örten tek kubbeyi (res: 4) dört kemer yüklenmiştir. Karşıda ocakbaşı ve müştemilâtı (plan: I), (res: 5) görülmektedir. Genel olarak onarıma muhtaç durumdadır.

HÂMÛŞÂN: Mevlevî nezâket ve geleneğine göre, vefat eden mensupları için: “Hakk’a Yürüdü“; Ölülerine, “susmuşlar” anlamına gelen: “Hâmûşân“; Mezarlıkları için ise, “Ruhlar Bahçesi” anlamında olmak üzere: “Hadikatü’l-Ervâh” tabiri kullanılmıştır. Başta Konya Mevlevî Âsitânesi olmak üzere sayısı yüzü aşan şubelerinin çevresinde yediyüz yıllık mazisi içerisinde büyük mezarlıklar teşekkül etmiştir. Buralarda nice ünlü meşâyîh, dervîşân, zâbitân, sâlikân, zâkirân, mensup, muhip ve müntesip zevatın kabirleri bulunmaktadır. Sikkeli, külâhlı, şâhideli, sandukalı görünümleriyle; derin mana ve mefhumlar veren; ibâre ve kitabeleriyle dikkatleri celbeden Mevlevî mezarlarının, mezartaşı sanatımızda müstesnâ bir yeri ve önemi vardır.

Afyon Mevlevî-hanesi’nin “Hâmûşân” ve “Hadikatu’l-Ervâh”ı, mamurenin doğu tarafındadır.2 Mezar ve sandukların büyük kısmı zamanla maalesef kaybolmuştur. Bir kısmı bahçe haline getirilmiştir.

SEMÂ-HÂNE: Genel olarak, Neoklâsik ve Türk Baroku uslubuyla, kesme taşlarla inşa edilmiş olan Semâ-hâne, günümüzdeki mimarî ve tezyînî özellikleri, 11202-11208 yılları arasında yapılan esaslı tamirattan sonra almıştır. Yapıda, Andon Efendi’nin ustabaşılığı, Saray tarafından kubbelerinin inşası için gönderilen mimar Hacı Bey’in müşterek mesaileri ve emekleri bilinmektedir.

Kuzeydeki taşla kaplı büyük avludan, 12 basamaklı geniş taş merdivenle çıkılarak, iki kanatlı ahşap kapıdan, Semâ-hânenin soncemaat mahalline girılir. Bu kapının üzerinde, taş kabartma olarak tersim edilmiş bir “Mevlevi Sikkesi” görülmektedir (res: 7). Doğu, batı ve kuzeyde ikişer, güneyde ise tek penceresi bulunan (res: 8) son cemaat mahallinin güney duvarında, Semâ-hâne’ye giriş sağlayan kapı mevcuttur (res: 9). Bu yöndeki duvarda mihrap ile (res: 10) minare kapısı da bulunmaktadır (res: 11). Bu kısmın üzeri, pramidal şekilli iki adet kubbe ile örtülmüştür.

Semâ-hâne, geniş ve ferah bir kubbeye sahiptir (re: 12). Kasnağında, basık kemerli onaltı adet pencere vardır (res: 13). Duvarlardan kubbeye tromplarla geçilmiştir. Sema meydanı, bu ana kubbenin altında, kare planıyla yeralmış olup, zemini ahşap kaplıdır (res: 14). Bu alanın etrafı, ahşap parmaklıklarla çevrilidir. Kuzey-batı köşesinde, minare merdiveninden geçilen asma tarzında yapılmış bir “Mutribân Mahfeli” (res: 15), bunun altında ise “Post Makamı” yeralmıştır.

Semâ-hâne’nin doğu bitişiğinde tek kubbe ile örtülü, kare plânlı bir mekan, bunun da güneyinde, “Şerbet-hâne” diye adlandırılan bir bölüm mevcuttur. Doğuda bulunan kapısından girilince (res: 16), bir merdivenle “Şerbet-hâne“nin üstündeki “Kadınlar Mahfeli“ne çıkılır. Burası, iki kare mekandan oluşup, kuzey-güney doğrultusunda uzanmış, ahşap döşemeli bir dikdörtgen mahfeldir.

Semâ’hâne’nin doğu tarafı “Türbe” mahallidir3 (plan: I). Mevlevîliğin ünlü simalarının kabirlerine ait sandukalar, bunların üzerlerini örten rengarenk pûşîdeler, duvarları süsleyen nefis hat levhalar, vitrinlerde muhafaza edilerek teşhir edilmekte olan belgeler, verdikleri tasavvufî kültür ve derûni mesajların yanısıra otantik kıyafetler ve dergâh eşyaları, Mevlevîliğin etnografik ve folklorik malzemeleri olarak da büyük önemi hâizdirler (re.: 17.18).

TÜRBELER: Semâ-hâne’nin doğusundan başlayıp, Mescid’in doğusunda da devam eden türbeler kısmında, bir dizi halinde oniki adet sanduka görülmektedir. İlki, “Âteş-bâz” makamında bulunmuş olan Furûnî Dede’ye, İkinci sanduka, Karahisar Çelebileri’nden Mehmed Râşid Çelebi’ye (Ö: 1892) aittir4. Üçüncüsü, çelebilerden Şehid Ali Efendi’nin kardeşi Şeyh Murad Efendi’nindir. Dördüncüsü, Meczûb Bâki Efendi’nindir. Bu sandukanın güneyinde bulunan büyük ve gösterişli sanduka, Dîvanî Mehmed Çelebi’ye aittir (res: 19.20). Üzeri, Sultan V. Mehmed’in hediyesi olan, sarı sırmalarla işlenmiş, süslü, murassa ve musanna’ pûşide ile örtülüdür. Ön tarafında ta’lîk hatla yazılmış:

ibaresini muhtevi destarlı bir sikke; bunun altında: (Yunus Suresi, 62):

Âyet-i Kerîmesi; bundan sonra da: “Mesih bile başucuma gelse, senden armağan olan derdime deva bulur sanma.” anlamına gelen farsça bir beyit işlenmiştir.

Dîvanî’nin sandukasından sonra altı sanduka daha görülmektedir (res: 21). Biraz ön taraftaki Abâ-pûş Velî’ye aittir. Destarlı sikkesi ile dikkati çeker.

Abâ-pûş Velî’den itibaren mihraba doğru yer alan sandukalar sırasıyla: Hızır Şah Çelebi, İlyas Çelebi ve Şahidî’e aittir. Şahidî’nin mezarına, çelebilerden Bâki Efendi adında bir zat daha defnedilmiştir5. Abâ-pûş Velî’nin ayakucunda ve Dîvanî”nin sağında olmak üzere, Şah İsmail’in oğlu Muhammed Feridun (Elkas Mirza)’nın gömüldüğü belirtilir (re: 22). İlyas Çelebi’nin arka tarafında Kemâleddin Çelebi’nin kızı Bahar (res: 23) ve Ziya Çelebi’nin kızı Mutahhare Hatunlar gömülüdürler. Furûnî Dede’nin sandukasının yanında kimlikleri bilinmeyen kabirler mevcutttur. Molla-zâdelerden Mehmet Nuri Paşa Çelebi, Sadık Bey, babası Süleyman Bey, oğlu Ali Bey de burada toprağa verilmişlerdir. Beyâtî Âyin-i Şerîfi’ni besteleyen meşhur Köçek Mustafa Dede’nin de kabri buradadır6.

CÂMİ: Halk arasında “Türbe Camii“, “Mevlevî Camii” diye anılan Mevlevî-hane mescidi, sanat tarihi ve mimarimizdeki “Dergâhlı Camiler” grubunun, XIX. yüzyil özelliklerini taşıyan bir örneğidir.

Semâ-hâne’nin güneyinde bulunan ve Semâ-hâne ile müşterek bir görünüm arzeden mescid’e, iki geniş kemer boşluğuyla geçilmektedir (res: 24). Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen plânlıdır (Plân: I). Bu şekil, yanyana, üzerleri kubbe ile örtülü iki adet kare mekandan meydana gelmiştir. Güney’de iki, batıda birer pencere vardır. Mihrap (res: 25) ve minber (res: 26), mermerdendir.

Mescid’in kuzey-doğu köşesinde, Semâ-hâne’nin bu  yöndeki sandukalar dizisinin devamı olarak uzanan dört adet sanduka mevcuttur.

Tek şerefeli tek minaresi, camiin kuzey-batı köşesinde yeralmıştır; Camiin kubbe seviyesine kadar duvar içinde yükseltilmiş olup, kesme taştan, çokgen ve dilimli planda inşa edilmiştir (res: 27).

KÜTÜPHÂNE: Her dergâh gibi Afyon Mevlevîhânesi’nde de, gerek idarecilere ve gerekse dervişlere ait değerli kitaplar mevcuttu. Bunlar idarecilerin odalarındaki ve derviş hücrelerindeki dolaplarda bulunduruluyordu. Tekke ve dergâhların kapatılması üzerine, 677 sayılı kanun gereğince bu kıymetli eserler de, Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi’ne nakledilmistir.

TAMİR VE İLÂVELER

Mevlevî-hâne, günümüze gelinceye kadar büyük ve küçük çapta olmak üzere birçok defa tamir, tevsi’, tecdid edilmiştir. Bu sebeple, ilkinden itibaren, günümüzdeki şeklini alıncaya kadar gerek mimarî ve gerekse tezyinî yönden büyük değişikliklere uğramıştır. Mevlevîlerce gösterilen bütün ihtimama rağmen, yangınlar başta olmak üzere, çeşitli felaketlerle zaman zaman harap olmuşsa da, gerek Mevlevîler arasında taşıdığı önem ve gerekse zengin vakıf gelirleri sebebiyle ilk fırsatta bakım ve onarımı yapılarak, tekrar hizmete konulduğunu öğreniyoruz. Yangınlar sırasında, bakım ve onarım kitabeleri kaybolduğu için, bu konularda bize malumat veren fazla bir belge elimize ulaşamamıştır. Bununla birlikte, mevcut birkaç belgenin ışığında, yapıla gelen, tamir, tevsi ve tecdid ameliyelerine dair şu kronolojik malumatı verebiliriz:

Yıl:

1277- Sultan Veled, Afyon’da, Mevlevîlik ve Mevlevîhâne’ye dair bazı faaliyet ve teşebbüslerde bulunmuştur.

1376-Ulu Ârif Çelebi, Afyon’da misafir iken, Sahip-oğlu Ahmed Bey, genişce bir arsayı, Mevlevî-hâne yeri olarak bağışlamıştır. Bu alanda, ahşap bir bina inşa edilerek hizmete sunulmuştur.

1560-Oğulları adına post-nişinlik makamında bulunan kadın şeyhlerden Sultan Dîvanî”nin kızı Destinâ Hatun zamanında, uğranılan yangın felâketi üzerine, onarım yapılmıştır.

* 1683- Güneş Hatun’un post-nişinliği dönemindeki yangından dolayı yeniden bir onarım daha gerçekleştirilmiştir.

1710- Mevlevîhâne’nin bu günkü yerinde yapılış yılı olarak kabul edilmektedir.

* 1844-Binanın yıkılması üzerine Sultan Abdülmecid tarafından yeniden inşa edildiği yıldır. Buna dair Zîver Paşa’nın uzun bir tamir manzumesi vardır. Ressam Hüsnü Yusuf Bey’in yaptığı resim, Dergâh’ın iç yapısı hakkında bize oldukça geniş bilgi verebilmektedir (res: 28).

* 1876- Bir yangının yolaçtığı tahribatın giderilmesi ve Dergâh’ın tekrar faaliyete geçmesi için Post-nişin M. Râşid Çelebi, kendi imkânları ile tamir ettirmiştir.

11202- Bu yıl, şehirde büyük kayıplara sebebiyet veren umûmi yangında, Dergâh da tahrip olmuştur. Bu elim ve vahim felaket hakkında Afyonlu şair Vehbi (Çizmecioğlu)’nun “Yangın Destanı“nda bilgi mevcuttur.

* 11205- Dergâh, Sultan II. Abdülhamid tarafından, 14.000 altın sarfedilerek, esaslı bir şekilde tamir ettirilmiştir. Onarım, 11208 yılına kadar devam etmiştir. Tamiratta İzmir’li Ermeni Andon Ustaya görev verilmiştir. Tamirat sırasında kış mevsiminin girmesi sebebiyle, üzeri geçici unsurlarla kapatılmıştır. Bu muvakkat ve zayıf örtü, bir akşam çökmüşse de, elverişsiz hava şartlarından dolayı herhangi bir müdahele yapılamamıştır. Müteakip inşâ mevsimi ile tamirata devam edilmiştir. Yapı kârgir olarak inşa edilmiş, avludaki şadırvan da yenilenmiştir.

Saray’dan gönderilen Hacı Bey adındaki mimarın nezaretinde kubbesi tamamlanmıştır.

Dergâh, Şeyh Celâleddin Çelebi zamanında, yapılan dua merasimi ile resmen açılmıştır.

Mevlevî-hâne’nin bu günkü görünümünü, bu esaslı onarımla aldığını kabul ediyoruz. O yıllara ait tarihi fotoğraflarda görülen müştemilât ve meşrûtanın bir kısmı zamanla harap olmuş ve daha sonra da ortadan kalkmıştır.

1925- Matbah-ı Şerif ile soncemaat mahalli arasında bulunan, alt katında hücreler, üst katında “Şeyh Dairesi” ile görevli odaları mevcut olan iki katlı ahşap “Selâmlık Dairesi“, “Misafir-hâne”, “Meydân-ı Şerîf” ve “Canlar Odası“, bu yıl tamamiyle ortadan kalkmıştır.

1962- Geniş çaplı onarımların yapıldığı yıllardandır. Yıkılma tehlikesi gösteren minaresi sökülerek, kesmi taştan, Ampirik uslupta yeniden inşa edilmiştir. Avlunun döşemeleri yenilenmiş, eski şadırvanın yerine yenisi yapılmıştır. “Matbah-ı Şerîf“in yanındaki gasil-hâne bu yıl yapılmıştır. Cümle kapısı önündeki merdiven ile sundurma da bu yıla aittir.

Yapının son köklü tamiri, Mimar Ârif Tunç tarafından gerçekleştirilmiştir. Kubbeler de tamir edilerek, kurşunları yenilenmiş, alçı onarımları yapılmıştır. Avlu duvarları inşa edilmiş, soncemaat mahallinin zemini taşla kaplanmıştır.

Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine diğerleri gibi faaliyetine son verilen Mevlevî-hâne, zaman içerisinde bando binası, Kur”ân-ı Kerîm kursu ve müftülük binası olarak kullanılmıştır. Günümüzde Afyon’un baştagelen camilerinden biri ve ünlü bir ziyaret yeridir.

Afyon”un yetmiş yıl önceki görünümü

Afyon Mevlevîhânesi”nde yeralan hüsn-i hat levhaları
TEZYÎNAT

Dış kısımlarda fazla bir süs görünmeyen yapının iç süslemelerinde hâkim olan tezyinat tarzı, “kalemişi“dir. Kubbe içleri, duvarlar, pencereler, hendesî, nebatî ve hattî motiflerle süslenmişlerdir. Semahâneye girişi sağlayan iç kapının ahşap kanatlarında, kubbe içlerinde salbekler dizilmiştir (res: 13). Tromplarda, sülüsle yazılmış ilk Dört Halife isimleri okunmaktadır. Ana kubbenin merkezindeki daire içinde Ashab-ı Kehf’in isimleri, birbirine geçmeli olarak, celî sülüsle yazılmıştır (res: 12). Yazılar, Mevlevî hattatlardan Bursalı M. Râşid Dede’ye aittir.

VAKIFLARI

Diğer tekke, dergâh ve zaviyeler gibi Afyon Mevlevîhanesi de, yediyüz yılı bulan derin mazisi içerisinde zengin vakıf gelirleriyle donatılmıştır. Vakfiyesinden ve çeşitli arşiv kayıtlarından da bu gelirlerin günün şartlarına göre yüksek seviyede olduğu anlaşılmaktadır.7 Germiyanoğlu I. Yakub Bey tarafından, Sultan Veled’in adına tesis edilmiş ve tevliyeti onun çocuklarına tahsis edilmiştir. Buna göre, 1316 yılında Büyük Kalecik, Orta Kalecik, Küçük Kalecik, Kışlacık, Deper köyleri, Mevlevîlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere vakfedilmiştir.

1364 yılında, Hamitoğlu Musa Bey de, Eğirdir’deki dükkânlarını bu vakıflara dahil ettirmiştir. II. Yakub Bey, 1422 yılında, Atanos, Ağacayı, Sarıcaova, Gezler gibi beş adet köyü vakfetmiştir.

Bütün bunlara dair vakfiye zamanla ortaya çıkan bazı sosyal ve siyasî meselelerden dolayı kaybolmuştur. Bu zayi’den dolayı Mevlevî-hâne’nin gelirlerinde birtakım aksaklıklar, bunun neticesi olarak da hizmetlerin ifâsında bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Yıldırım Bayezit, 1392 yılında, vakfiyenin yenilenmesini emrederek, gelirlerin akışının normalleşmesini temin etmiştir. Bu sayede Dergâh’ın maddî sıkıntıları da ortadan kalkmıştır.

II. Yakub Çelebi’nin kale muhafızlığı ile görevlendirdiği Hisar Bey de, yeni giderleri karşılamak üzere Ahî İshak Fakîh eliyle Sülün, Karsak ve Gezler köylerinin gelirlerini 1412 yılında vakfetmiştir.

SONUÇ

Tarihi kayıtlarda, “Karahisar-ı Sâhib“, “Karahisar-ı Garbî“, “Karahisar-ı Devlet” adlarıyla anılan Afyon, gerek askeri stratejisi ve gerekse idari mevkii, coğrafî konumu itibariyle, Selçuklu asırlarının baştagelen kentlerindendir. Mevlânâ ve yakınlarının da ziyarette bulundukları bu kent, Mevlevîlerce aziz tutulmuştur. Diğer Mevlevîhânelerin post-nişinleri müşterek sema âyinlerini burada düzenlerlerdi.

Afyon Mevlevî-hânesi, Mevlevîlik tarihi bakımından olduğu kadar, İslâm’da kadının sahip bulunduğu yüksek mevkii gösteren bir örnek olarak da büyük önemi hâizdir; Şöyle ki, Tekke’nin şeyhi Mehmed Çelebi’nin kızı Destinâ Hatun ve şeyh’in yerine geçen Küçük Mehmed Çelebi’nin kızı Güneş Han, birer idareci olarak dergâhda görev almışlardır. Bu uygulamalar, Mevlevîliğin kadına olan saygısını göstermesi bakımından da câlib-i dikkattir.

Afyon Mevlevîhanesi, Mevlevîlik tarihinde önemli birçok olayın hatıralarına sahiptir. Timur tarafından Semerkand’a götürülen “Dîvan-ı Kebîr”i, tekrar devletimize kazandıran ve bundan dolayı “Dîvanî” adıyla da anılan Mehmet Çelebi başta olmak üzere, Mevlevîliğin seçkin simalarından birçoğu burada medfundurlar.

Mimarî  yönden genellikle sâde bir görünüme sahiptir. “Zaviyeli Mescidled” plânındadır. Mamurenin ana yapısı, “Semâ-hâne” ve “Türbeler“dir. “Mescid” bu iki mekânın güneydeki devamı şeklinde ve müşterek bir görünümdedir. Mensup, müntesip ve müdavimlerinin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına cevap vermek üzere, hücre, matbah, meydan, selâmlık gibi kısımlar, bu merkezi yapının çevresinde yeralmışlardır. Mevlevîhâne bu haliyle, baştan plânlanıp, ona göre inşa edilmiş bir “külliye” değil, ana mekanın etrafına zamanla eklenen yan ve yardımcı binalarla teşekkül etmiş bir “ma’mure“, bir “manzûme” durumdadır. Günümüzdeki görünümü ile, Neoklâsik ve Türk Barok mimarisinin özelliklerine sahiptir. Yediyüz yılı bulan derin mazisi içerisinde birçok ilâve, onarım, tevsi’ ve tecdîd ameliyeleriyle günümüze kadar gelmiştir.

 

BİBLİYOGRAFYA

AYGEN, Mehmet Sadettin; Afyonkarahisar Camileri, Türkeli Yayınları: I, Ankara, 1973.

DİLBAZLI, Kadir; Mevlevîhâneler ve Afyon Mevlevîhanesi (mezuniyet tezi), Konya, 1984.

GÖLPINARLI, Abdülbaki; Mevlâna”dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1953.

GÖNCER, Süleyman; Afyon İli Tarihi, I, İzmir, 1971.

ILGAR, Yusuf; Tarih Boyunca Afyon’da Mevlevîlik; Türkeli Yayınları: 16, Türkeli Matbaası, Afyon, 1985.

ÖZÖNDER, Hasan; “Âteş-bâz Veli ve Mevlevi Dergâhlarında Âteş-bâz Veli Makamı’nın Önemi”, S.Ü. 3. Milli Mevlâna Kongresi, 12-14 Aralık, 1988, Konya, (tebliğler), 97-111.

TANRIKORUR, Ş. Barihudâ; Tekke Mimarisi ve Anadolu Mevlevîhânelerinin Mimarî Fonksiyon Analizi Üzerine Bir Deneme, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1988.

UZLUK, Feridun Nâfiz; “Germiyanoğlu II. Yakup Bey’in Vakfiyesi”, Vakıflar Der., VIII/120

UZLUK, Şahbeddin; Mevlevîlikte Resim Resimde Mevlevîler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Seri: I, No: 5, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1957.

UZUNÇARŞILI, İbrahim Hakkı,; Kitabeler, İstanbul, 1929.

UZUNÇARŞILI, İbrahim Hakkı; Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, II. baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1969.

YAZICIOĞLU, H. Fikri; Hz. Mevlânâ’nın Torunlarından Sultan Dîvanî, İleri Basımevi, Konya, 1963.

Yurt Ansiklopedisi, “Afyon” mad… İstanbul, 1981, I/309, 311, 322, 324, 329

 

Dipnotlar

[1] Mevlevilikte “Matbah-ı Şerif”, yemek mahalli olmanın yanı sıra bundan daha önemlisi olmak üzere bir eğitim mekânıdır. Mevleviliğe girmek isteyenlerin liyakat, tecrübe ve istidatları burada kontrol edilirdi. Yetkilisi olan “Âteş-bâz Velî”, bu işlerle de görevli idi. Geniş bilgi için bkz: Ş. Barihuda Tanrıkorur, “Bir Eğitim Mimarisi: Mevlevi Matbah-ı Şerifi”, (The Architecture Of An Education: The Sacred Kitchen of the Mevlevi), S.Ü.I. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi, 3-5 Mayıs 1987 Konya; 271-298; Hasan Özönder, “Âteş-bâz Velî ve Mevlevi Dergâhlarında Âteş-bâz Velî Makamı”nın Önemi”, S.Ü. 3. Milli Mevlâna Kongresi, 12-14 Aralık 1988 Konya, (tebliğler), 97-111.

[2] Ünlü şâirimiz Namık Kemal”in annesi Zehra Hanımın kabri buradadır (res: 6). Mezartaşında şu kitabe talik hatla yazılıdır:

Abdüllâtif efendinin duhter-i güzîni
Gurbette kaldı mahzun ol nâzenin zibâ

Bayram gecesi murğ-ı ruhu uçunca arşa
Ruzu sururu matem ettirdi bize hayfa

Surette sahib-i iffet sîrette pâk tînet
Bu hüsn ile felekte hiç görmemişti dünya

Munla-yı Rûm’a bende oldugı şüphesizdir
Sultan Dîvânî huzurunda idindi me’vâ

Dâmân-ı Fâtıma ile âl-i Resûle düşdî
Affeyle Ya Ğafûr ol bî-kes garip Zehra

Göz yaşı ile yazdı Mahvi duade tarih
Cennette bula Zehra hanım Baka-ı Rânâ

                  Sene 1264

Mezartaşı- Dergâh’ın geçirdiği yangınlar da zarar görerek harap olmuşsa da, onarılarak günümüze kadar gelmesi temin edilmiştir.

[3] “Aktekke”, “Mâder-i Mevlânâ” diye anılan Karaman (Lârende) Mevlevî-hânesi de, ana plânı itibariyle, Afyon”unkine benzerliğiyle dikkatimizi çeker. Mescid, sema-hâne ve türbeler kısmı, müşterek bir bütünlüktedir.

[4] Mehmed Râşid Çelebi, 1878 yılındaki büyük yangında âdetâ tamamiyle yanan Dergâhı, masraflarını bizzat karşılayarak yeniden yaptırmıştır.

[5] Bkz. Mevlâna”dan Sonra Mevlevilik, 360.

[6] a.g.e., 361, 456-7.

[7] Bu konuda bkz: İbrahim Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler, İstanbul, 1929, 40-42; Feridun Nâfız Uzluk, “Germiyanoğlu II. Yakub Bey”in Vakfiyesi”, Vakıflar Der., VIII/120; S. Göncer, Afyon İli Tarihi, 1971, I/335-339.

Res: 1- Geniş avluda yeralan şadırvan.

Res: 2- Derviş hücrelerinin cepheden görünüşü

Res: 3- Bir hücrenin iç görünümünden bir köşe.

Res: 4- Eğitim mekânı olarak da kullanılagelmiş olan Matbah-ı Şerîf ve muahhar gasilhane

Res: 5- Matbah-ı Şerîf”de, Ocak-başı ve Âteş-bâz Velî Makamı”nın günümüzdeki görünümü

Res: 6- Ünlü şâirimiz Namık Kemal”in annesi Zehra Hanım”ın kabri.

Res: 7- Üzerinde, taş üzerine kabartma olarak yapılmış Mevlevî Sikkesi”nin yeraldığı cümle kapısı

Res: 8- Soncemaat mahallinden sema” meydanına bakan pencere; “Niyaz Penceresi” diye de bilinen bu pencereye ziyaretçiler özel alâka gösterirler.

Res: 9- Soncemaat Mahallinden, Sema”-hâne dahiline geçişi sağlayan ahşap kapı.

Res: 10- Soncemaat Mahallindeki taş söveli ve kavsaralı Mihrap.

Res: 11- Mutrıbân Manfefeline de çıkışı sağlayan minâre kapısı

Res: 12- Sema” Meydanı”nı örten geniş ve ferah kubbe, Merkezindeki daire içine, celî sülüs hat ile Ashâb-ı Kehf”in isimleri yazılmıştır.

Res: 13- Kubbe tezyinatı. Merkezi, pencere kenarlarını süsleyen motiflerin yanısıra salbekler de dikkati çeker.

Res: 14- Sema mahallinin ahşap döşemesi.

Res: 15- Mutrıbân Mahfeli.

Res: 16- Kadınlar Mahfeline çıkılan merdivene açılan doğudaki kapı

Res: 17- Dergâh”a, Tûs”dan hediye olarak geldiği ifade olunan üç adet şamdan

Res: 18- Mehmed Furûni Dede, Kemal. Cemal, Mehmed Râşid ve Şeyh Murat Çelebilerin sandukaları

Res: 19- Mevlâna”nın ünlü eseri Dîvân-ı Kebîr”i, Timur”un Semerkand”e götürmesi üzerine tekrar Anadolu”ya getiren Dîvanî Mehmet Çelebi”nin muhteşem sandukası.

Res: 20- Sultan Divani”nin musanna ve murassa” pûşîdesi.

Res: 21- Abâ-pûş Bâli, Hızır Şah Çelebi, İlyas Şah Çelebi, İbrahim Şâhidi Dede”ye ait sandukalar

Res: 22- Şah İsmail”in oğlu Elkas Mîrza”ya ait olduğu ifade olunan sanduka ve Tûs Emiri tarafından hediye edilen kazan.

Res: 23- Güneş Hatun”a ait sandukanın çevresindekilerle görünüşü

Res: 24- Sema” meydanından mescide intikali sağlayan kemerler ve örtü sistemi.

Res: 25- Mescidin mermerden yapılmış    – Res: 26- Minberin genel görünümü Mihrabı

Res: 27- Semâ-hâne ve minarenin günyeden görünüşü

Res: 28- Ressam Hüsnü Yusuf Bey”in kalemiyle, Mevlevî-hâne”nin yüz yıl önceki görünümü.