Vahdet Beyle Gece – Mehmet Doğramacı

A+
A-

Vahdet Beyle Gece

Hayli oldu görüşmeyeli. Davet etmedikçe gitmeye çekinirim. Rahatsız etmemek için. Özlediğim gerçek. Çarşıya inmişken uğrasam mı? Kısa bir tereddütten sonra kitabevine yöneliyorum.

Masasında bir el yazmasına dalmış. Selam veriyorum, fısıltı ile alıp, iliş kenara dercesine gözleri ve başı ile işaret ediyor. Anladık, derine dalmış ve bölünsün istemiyor. Garip adam, inşallah çok bekletmeden çıkar okyanustan. Böyle saatlerce oturduğum çok olmuştur. Alıştım artık. Zaten önceleri garipsediğim hallere tasavvuf sayesinde nasıl alıştığıma bazen ben bile şaşıyorum. Allah’tan çok bekletmiyor:

– Eeee anlat. Yeni şeyler buldum, tespitler yakaladım diye milleti kandırmaya devam mı?

– Yapma Vahdet Baba! Özden çıkanı paylaşıyoruz işte.

– Zaten bilineni alla pulla, yeni ambalajda sat! Zevkli olsa gerek!

Çattık yine. Saldırmasa, dürtmese olmaz. Şimdi de ilmin zekatı yazılara taktı.

YENİ BİR ŞEY YOK!

– İslam tebliğ olundu, Din kemâle erdi. Yeni bir şey yok! İlmin değişik çağlarda, değişik gönüllerden açığa çıkışı sürüyor!

– Nasıl yani?

– Birkaç gündür el yazmalarını okuyorum. Akaid- Kelam denilen şeriat kitaplarının satır araları Tevhid kokuyor. Senin tabirinle Teklik! Yani hakikat her dönemde fark edenlerce işlenmiş.

Perdeleyerek anlatmışlar avam elinde zedelenmesin diye!

– Ama niye bu perdeler! Biliyorsam paylaşırım, fark ettiysem anlatırım!

– Çocuklarda öyle yapar! Oyuncağını hemen gösterir! Aklı eren saklar, hasetçiler, zayıf idrakler saldırmasın diye!

Gene çocuk olduk. Aklı ermezlik de yeni pâyemiz. Yazı; oyun, bilgisayar; oyuncak. İlim okumuşum, gayret etmişim umurunda mı?

HER FARK ETTİĞİNİ FARK ETTİRME!

– Altının varsa sohbetin sarrafla olsun. Demirciyle altın konuşursan moralin bozulur! Elbisenin kıymetini terzi bilir. Her bildiğini, her fark ettiğini anlatmak zorunda değilsin!..

– Ama tebliğ görevimiz var!

– Ebu Hüreyre (r.a) Rasulullah(s.a.v) den ne aldığını anlatırken şöyle der; İki kap ilim aldım, birini döktüm size. Diğer kabı döksem başımı vurursunuz! E. Hureyre Rasule en yakın sahabe! Sahabe senin kadar bilmez miydi tebliği!..

Öyle bir yerden vurdu ki, bittim. Sahabeyle kıyas! Allah korusun! Devam ediyor:

– Başın biraz rahat etsin istiyorsan, sus. Açık etme her şeyi. Anlatacaksan ehline ve de sembollerle anlat. Benden söylemesi!

Vakit dar. Kalkmalıyım. Epey tozlanmışım, silkeledi mübarek! Böyle zatlar olmasa arınmamız uzardı herhalde. Silkelerken acıtıyor ama napalım, sevdik bir kere! Gülü dikeniyle değil, dikeni aynı gül gibi sevmeden varılmazmış hakikate. Vahdet Beyi her haliyle sevmişim! Müsaade isteyeceğim. Müşteri de geldi. Meşgul etmemeliyim.

– Destur var mı Erenler ?

– Dur hele, az içeri gel.

Müşteriye çay söylüyor, beni arka kısma çekip:

– Ramazanda iftara geldin. Arpa ekmeği, sirke ikram ettik. Hacı Annen çok kızdı. Olacak şey mi yaptığın, bir daha çağır çocuğu, adam gibi sofra kuralım dedi.

– Enfes bir iftardı. Dostlarla paylaştım, onlar da Asr-ı Sadet lezzeti aldı.

– Biliyorum, ikimizden yana sorun yok da Hacı Annenin gönlü olsun. Cumartesi akşamı yemeğe bizdesin! Gece kalacak şekilde gel. Belki yeni seyirler yaşarız!

Peki diyor vedalaşıyorum. Yatıya çağırdıysa uzun bir seyir olacağı belli. Kim bilir hangi kalelerimi topa tutup, hangi sütunlarımı yıkarak benlik köşkümü yağmalayacak?..

İSTİRAHATI CENNETE, UYKUYU KABRE!

Cumartesi akşam namazından sonra ulaşıyorum evine. Muhteşem bir sofra. Hani bir kuş sütü eksik dedikleri cinsten. Oradan buradan laflayarak ihsan olunanları tadıyoruz. Çok gerilere gidiyor. Çocukluğundan başlayarak anlatıyor! Hiç böyle açılmazdı. Hikayesinin satır aralarını özel bir dikkatle dinliyorum. Görüştüğüm bazı zatlarda seyrettiğim gibi anlıyorum ki; O da belli bir görev için hazırlanmış Rabbul Alemin tarafından. Çile çekmiş, ıstırap görmüş, dertlerle boğuşmuş. Hiçbirini şikayet üslubu ile anlatmıyor. Sanki gayet doğal şeylermiş gibi anlatıyor acı sahneleri. Hazmetmek, sindirmek, razı olmak dedikleri bu olsa gerek! Çaylarımızı yudumlarken toparlıyor:

– Hayatımı dinlemen için çağırmadım seni. Erken yatalım, gece belki İsra yaparız.

– Nasıl yani?

– Rasulullah Mekke’den Kudüs’ e yürüdü ya, İsra mucizesi hani ?

– Evet !

– Bu gece seninle şöyle bir İstanbul turuna çıkalım istiyorum. Görelim neler seyrettirilir ?

Yandım! Yemek güzeldi ama peşinden ne imtihan gelir diye içimden geçirmiştim zaten. Şimdi yat ve gecenin bir yarısı kalk İstanbul’u turla! Akıl işi değil.

– İstirahatı cennete, uykuyu kabre ertelemişiz! Akıllılar uyurken başka aleme açılalım!

Ayna olsa yüzüm kıpkırmızıdır eminim. Pes yani, insanın alıcıları ancak bu kadar açık olur! Daha saat 22.00 yi bulmadan odalarımıza çekiliyoruz.

***

VELİ OLMAK İSTERSEN BEYOĞLU’NU SEYRET!

Saat:02! Vahdet Beyin sesiyle fırlıyorum yataktan. Abdest alıp yola çıkıyoruz. Nereye diyecek bilmem ki? Belki bir türbe, belki muhteşem bir cami.

– Taksime sür! Beyoğlu’na çıkacağız!

Ne camisi, ne türbesi? Sıradan insanların seyrinde yaşamayan birinden sıradan tavır beklemek! Ne mümkün? Aklıma Edebiyat Hocam (Mevlana Torunu) A. Selahaddin Çelebi geliyor. Konya ziyaretimde şöyle demişti: “ Veli olmak istersen, Beyoğlu’ nu seyredeceksin! “

Taksim meydanında bir simit cafeye demir atıyoruz. Çaylar, sıcak simitler geliyor. Gözlerimde uyku mahmurluğu. Vahdet Baba çakı gibi! Ne uyku ne gaflet, maşallah!

DİLEYEN KİM?..

– Allah’ın dilemesi dışında fiil var mı?

– Haşa ne mümkün?

– Kaldırımda müşteri bekleyenlere bakar mısın? Beyoğlu meyhanelerinde kadehler tokuşuyor. Tarlabaşı’ nın arka sokakları günah galerisi şimdi. Bunları kim diledi?..

– Allah ıslah etsin! Allah neslimizi korusun!

– Dua et demedim, soru sordum, kim diledi, cevap veeeer! Delirtme adamıııı?

Bozuluyorum. Biraz sert çıkacağım, isterse kızsın, ne olursa olsun:

– “Allah günah diledi ” dedirtemezsin bana! Bunu demeyeceğim!

– Günah- Sevap boyutunda değiliz. Daha yukarıdan bak! Sakin ol, düşün biraz.

– Allah’ın dilemesi dışında fiil yok, irade Onun, şu saatte işlenen fillerden murat ne?

– Ya bırak muratı renoyu, o boyutta da değiliz.

– Nereden bakayım?

– Esma-i Hüsnanın yansıması mı alem?

– Evet.

– Esma dışı oluşum mümkün mü?

– Hayır! Haşa!

– O halde burada yaşananlar da bir esma !?..

– İçime sinmiyor, kabullenemiyorum, günahkarlar esma yaşıyor diyemem!

Birden yüz hatları geriliyor. Onu hiç böyle görmedim. Çay fincanını yere çalıp gürlüyor:

– Allah mısın beeee? Kimsin ki yargılıyorsuuuuun? Haddini biiiil! Kendine geeeelll!

Bardak tuz buz! Masayı yumruklaması, bağırması da cabası. Koşan garsona göz ediyorum. Dönüp gidiyor. Bu saatlerde normal insan uğramaz buralara. Cafedekiler umursamıyor bile! Maksadını anlatamadığı için gerildi. Bir bardak su alıyor. Sakinleşerek devam ediyor:

– Bak çocuğum. Patlatma da söyle, karşı kaldırımdakiler Allah Kulu mu?

– Evet.

– Herkes gibi Onun iradesi altında mı?

– Evet!

– Yani bir esmanın fiile dönüştürücüsü öyle mi?..

-……………..

– Konuuuuuşşşş!…

– Öyle ama hangi esma bilemedim ben!

– Bilirsin de kayıtların bırakmaz, işine gelmez!

– Nolur kızma ama? Millete rezil olmayalım!

– Bana ne milletteeeen? Sadece Ooooo! Başka kimse yok. Var zannettiklerin hiç var olmadı!

– Tamam tamam. Ama nolur yavaş!

ESMALAR ARASINDA FARK GÖRMEK Mİ?

Vahdet beyi zaptetmek güç. Şükür ki sakinleşiyor. Simidini elimle bölüp veriyorum. Çayına da şekerini attım. Hizmet edersen gelirmiş himmet. Devam ediyor:

– Meyhaneye gidelim mi? Sadece görmek için, ziyaret olsun!

– Bana yapma bunu! Hiç adım atmadığım yer, nolur yapma!

– Karşı kaldırımdakine selam verelim desem gelmezsin! Selam vermediğine rızık verir Allah! Allah kulu dersin, başka irade yok dersin, tutar bazı irade ettiklerini kerih görürsün! Şirk değil mi buuuu?..

Susuyorum. Aklıma Gavsiye Açıklamasında yazılanlar geliyor. “ Esmalar arasında fark görmek, birini diğerine üstün tutmak urucu keser, perdedir ” gibi bir cümlesi vardı A. Hulusi’nin. Vahdet Bey de ilmî bir üslupla devam diyor.

– LATİF olan O?

– Evet. KAHHAR olan da!

– Lutfettiğini sevmek, kahrettiğini aşağılamak, bir efalini beğenip ötekini gayrı görmek mi?

– Öyle gibi.

– KAHHAR ile VEHHAB arasında fark var mı?

– Yok ikisi de Onun esmaı, ikisi de Ondan..

– HAADİ ile MUDILL arasında fark?

– Hidayet ettikleri kadar saptırdıkları da Onun!

– Tekrar et!

– Saptırdıkları da Onun!

– Sapıtanlar, azıtanlar da esma dahilinde yani. İçine sinmeyen ne?

– Günahı güzel göstermek, özendirmek gibi geliyor bana bu anlatım. Yediremiyorum.

– Ya Huu. Kimseye bir şey göstermiyoruz. Kimseyi özendirmiyoruz. Esmalar arasında fark görmek perde diye okuyan sensin. Elbette zina kötü, kaçınılası! İçkinin damlasından bile uzağız çok şükür. Mesele; açığa çıkanı okumak, kulu- fiili yargılamak değil anladın mı?

– Tamam şimdi oldu da biraz daha basit misaller istiyorum.

TUVALET- KANALİZASYON

– Anlatması zor ama açmaya çalışayım. Zerre Küllün aynası mı?

– Evet.

– İnsan, mikro bir evren mi?

– Evet!

– Günahlar, zulümler nereye oturacak evrende?

– Derdim bu işte. Kafam alacak tarzda anlat!

– Kafana yumruk yersen alacak da ben sabrediyorum.

Doğru! Dövecek diye korktuğum anlar çok olmuştur. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz.

– Bak dinle. Gözlerin güzel mi değil mi? Yüzün, ellerin güzel ve de gerekli vücudun için.

– Evet güzel.

– Bağırsakların güzel mi?

– Güzel demeyelim, gerekli desek!

– Masayı başına devireyim mi!

– Tamam tamam onlar da güzel.

– Vücuttan çıkalım. Eve girelim. Oturma odan, balkonun, yatak odan keyif verir sana.

– Evet.

– Pislik yuvası tuvaletin evde işi ne?

– Tuvaletsiz ev mi olur? Temizlik için banyo- tuvalet lazım.

– Tamam güzel. Bu dediğini unutma. Şehirlerin altında da kanalizasyon var değil mi?.

– Olmasa şehir kokar, yaşanmaz!

– Şimdiiiiiii!.. Sağlıklı ev için tuvalet, yaşanılası kent için kanalizasyon lazımsa; sistemin iyi işlemesi için de günahkar dediklerin, çirkin gördüklerin lazım olabilirler mi?..

– Hikmeti bu mu yani?

– Sadece bir vechesi bu! Ötekileri anlatsam kaçar gider, kafayı yersin! Hiç olmazsa böyle bak! Tuvaleti, kanalizasyonu hayatî gördüğün kadar iğrendiğin kulları, fiilleri gerekli gör! Hiç olmazsa sağlam bir vücuttan akan ter, atılan idrar diye bak!

– Düşüneceğim. Ama çok derin!

– Sahilde çoluk çocuk da kulaç atar. Adamlık denize açılmak! Kolay iş mi tasavvuf?

KİMSENİN YAŞAMADIĞI ESMA!

– Ortalık kötü koktu. Tuvalet ve kanalizasyondan çıkalım mı, ne dersin?

– Çıkalım ne istiyorsun?

– Büyük Velilerden olayı böyle okuyan var mı? Sistem için gerekli olduğunu fark ettiren?

Çayından bir yudum alıyor. Simiti çaya bandırıp iştahla atıştırıyor. Biraz suskunluktan sonra:

  • Olmaz mı, var tabii. Beyazid-i Bestami (k.s) Hazretlerinin devri. Eşkıyanın biri yakalanır, idama mahkum edilir. İdama yakın mahkum öylesine korkar ki rengi solar. Savcı idamı durdurun der, eziyet olmasın! Sakinleşmesi için hekimler çağrılır ama nafile. B. Bestami davet edilir. Beyazid Hazretleri mahkumun kulağına bir şeyler fısıldar. Moralsiz adam başlar tebessüm etmeye. Ve kendisi der; Beni asın, hazırım. Öldürülür. Durumu büyük veliye sorarlar: “ Hazret ne dediniz ki böyle oldu? ” Şöyle buyurur:

“ Dedim ki; SENİN YAŞADIĞIN ESMA, HİÇBİRİMİZİN AÇIĞA ÇIKARAMAYACAĞI KADAR ZOR, AĞIRDI ! KİMSENİN TALİP OLMADIĞI BİR ESMAYA SENİ SEÇTİ ALLAH! Mahkum sözlerimle teselli buldu, sükun içinde döndü Rabbine! “

……

………………….

Ağlıyorum. Rabbim! İyi ki beni o esmalara seçmedin! Rabbim! Ona seçtiklerini de gayrı görmeyecek bilinci nasip et bize, diye mırıldanıyorum hıçkırırken. Vahdet Bey de hüzünlü.

– Kalk Eyüp’e gidelim! Pazar sabahı Eyüp Sultan; Hicaza dönüşür. Kabe’ ye gider gibi, Ravza’ ya uçar gibi gidelim Eyüp Sultan’ a, diyor aşk ile!..

Kalkıyoruz. Taksim’ i Beyoğlu’ nu terk ederken yol kenarına dizilen, bir dönem “ İğrenç yaratıklar, pislik bunlar! “ dediğim Allah kullarına bakıyorum. Sadece ağlamaya yetiyor gücüm!..

Mehmet DOĞRAMACI

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
Oca 2, 2020 01:47
Eyl 19, 2019 16:08
Eyl 19, 2019 16:04
Eyl 19, 2019 16:03
Eyl 19, 2019 16:01
Eyl 19, 2019 15:59
Eyl 19, 2019 15:54
Eyl 19, 2019 15:53
Eyl 19, 2019 15:52
Eyl 19, 2019 15:52
Eyl 19, 2019 15:51
Eyl 19, 2019 15:50
Eyl 19, 2019 15:49
Eyl 19, 2019 15:48