Eva de Vitray-Meyerovitch

Eva de Vitray-Meyerovitch

Eva de Vitray-Meyerovitch

11209 doğumlu. Profesör. Çalışmalarını edebiyat, felsefe ve tasavvuf konuları üzerinde yoğunlaştırmış. İkbal ile Mevlana’ nın hemen hemen bütün eserlerini Fransızca’ya çevirmiş. Ezher Üniversitesi dahil, dünyanın pek çok ülkesindeki üniversitelerde dersler ve konferanslar vermiş. Kırka yakın esere imza atmış. Prof.Dr.Eva de Vitray-Meyerovitch, Müslüman adıyla Havva Hanımefendi, 24 Temmuz 1999’da vefat etmiş.

Prof. Dr. Eva de Vitray-Meyerovitch kimdir?

Fransız aristokrasisi içinde doğmuş, Anglikan bir büyük anne tarafından Katolik mezhebinde yetiştirilmiş ve bir Yahudi’ye eş olan bu hanımefendi, seçkin tabakaya mensup çocukların okuduğu okullarda eğitim görmüş. O bir profesör; bir çok ülkenin pek çok üniversitelerinde dersler, konferanslar vermiş. Fransa’nın dünya çapında en saygın bilim ve araştırma kurumu olan İlmî Araştırmalar Millî Merkezi’nde yönetici ve uzman olarak çalışmış. Yüzyılımızın en ünlü bilim ve fikir adamlarını yakından tanımış, kendileriyle ortak çalışmalar yapmış. İkbal’i, İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden İnşası’ndan okumuş. Bu kitabı okurken, İkbalin Üstad’ım dediği Mevlâna Celaleddin Rûmî’yi keşfetmiş. Mevlâna’yı keşfettikten sonra müslüman olmuş. İkbal’i, Mevlâna’yı, İslâm’ın güler yüzünü Batı’ya tanıtabilmek için klâsik Farsça’yı, Arapça’yı öğrenmiş; bundan sonraki hayatını buna adamış.

İşte kendi ifadeleriyle Prof Eva de Vitray-Meyerovitch: ‘Çevremi kuşatan gelenekçilikten ıstırap duyuyordum ve sıkıntılarımı rahiplerime anlatacak olsam, bana hepsi de aynı şekilde şüphelerden uzak durmamı öğütlüyor ve bu şüpheleri benden gidermesi için Rabbime dua etmem gerektiğini söylüyorlardı. 18 yaşıma gelip de felsefe okumaya başlayınca, duyduğum bu huzursuzluk dayanılmaz bir hal aldı. Bu şartlarda gidip kudas âyini yapmak bana nâhoş görünürdü. Onun için hepsinden vazgeçmeyi tercih ettim. İlişkimi kökünden kestim.’ Mistikleri okuyarak ve Hind felsefesini öğrenerek inanç boşluğunu doldurmaya çalışır ancak başarılı olamaz. ‘Mutlak’ın susuzluğunu çekiyordum ve hayli huzursuzdum. Benim hâlim, daha ziyade, geceleyin kendisini duyacak birini arayan bir geminin attığı imdat işaretini andırıyordu.’ İmdat işaretinin cevabı, Bilimsel Araştırmalar Millî Merkezi’ndeyken gelir. Esaslı dostlarından biri olan İslamabad Üniversitesi rektörünün yıllar sonraki ziyaretiyle kendisi için yeni bir dönem başlar: Uzun zaman konuştuk. Yanımdan ayrılırken, bana küçük bir kitap uzattı ve şöyle dedi: Sizin dinî meselelere her zaman ilgi duyduğunuzu biliyorum. Şu kitabı bir okuyun; bu, bizim büyük üstâdımız İkbal’in önemli bir eseridir.’ Bir süre sonra sadece göz atmak niyetiyle okumaya başladığı bu kitabı çok sever, sorularının cevap bulduğunu görür. Bu kitabı o kadar sever ki hemen tercümesine girişir: ‘Müslüman olmuştum, hem de hiçbir şeyi inkâr etmeden. Ne Tevrat’ı inkâr ediyordum, ne de İncil’i. Sadece beni her zaman rahatsız etmiş olan hususları, konsillerin kararlarını, Allah’ın şu gibi veya bu gibi olduğuna karar vermek için Roma ‘da toplanmış o beylerin dogmalarını bir tarafa bırakıyordum. ‘Müslüman olduktan sonra İkbalin, Mevlâna’nın arkasına düşer, izlerini takip eder; bu iki önemli insanın yaşadığı coğrafyaları tanır: ‘Benim için İslam’ı keşfetmek, kaybedilenleri yeniden bulmak, ayrı düştüklerime tekrar kavuşmak gibi bir şey oldu. Benim kendimi evimde hissettiğim yegâne ülke, meselâ Paris değildir; ben Paris’te hayran hayran dolaşan bir turist gibiyim. Kendimi gerçekten evimde hissettiğim tek ülke. Türkiye’dir; Türkiye’ye ayak basınca, evine tekrar kavuşan bir kedi gibiyimdir.’

 

Bir Mevlana Aşığı: Eva de Vitray Meyerovitch

PROF DR. ABDULLAH ÖZTÜRK

Havva Hanım, 5 Kasım 11209 yılında Paris’in Boulogne Bölgesi’nde dünyaya gelir. Aristokrat ve dindar bir ailenin kızıdır. İlk zamanlar elit ailelere mensup öğrencilerin gittiği bir rahibe okuluna gider. Ama anılarında o dönemden ve rahibelerden pek memnun olmadığını söyler. Sonra Hukuk Fakültesi’ne girer, akademik kariyer yapar ve kitaplara sığmayacak başarılara imza atar. Daha sonra Fransa’nın en büyük araştırma merkezi, İlmi Araştırmalar Millî Merkezi’nde Fizik Bölümü Daire Başkanlığı’na atanır. Bu kurumda 1935 yılında nükleer fizik dalında Nobel ödülü alan Fréderic Joliot ve eşi Irene’nin laboratuvarında yönetici olarak çalışır. Bu yıllarda, Muhammet İkbal’in Mevlana hakkında İngilizce yazdığı “İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden İnşası” adlı eserine rastlar ve onu okuyunca Mevlana’dan haberi olur; âdeta dünyası değişir. Kendi tabiriyle, “Ya şimdiye kadar okuduğum Yunan felsefesinin söyledikleri, ya da Mevlana’nın söyledikleri doğrudur.” der. Fransızca yazılmış kaynak bulamadığı için İkbal’in İngilizce yazılmış kitaplarını Fransızcaya çevirir. O yıllarda başladığı “Eflâtun’da Simgeler” adlı doktora çalışmasını bırakarak “Mevlana Celalettin Rumi, Mistik Düşünce ve İslam’da Şiir” konulu doktorasına başlar ve bitirir. Bu çalışmadan sonra İslam’a girmeyi düşünür. Ancak bu Fransa gibi bir ülkede kolay değildir. Akşamları ihtida etmeye karar verir, gündüzleri vazgeçer. Bir gün, “Ey Tanrım! İslam’a gireyim mi girmeyeyim mi? Bana bir işaret ver.” diye samimi bir dua eder. O gece rüyasında mezar taşında Eva adının Arapça “Havva” olarak yazıldığını görür. Sabah uyandığında ise Müslüman olur. Rüyasını anlattığı kişilere, “Anladım ki Allah Fransızca da biliyor.” diye espri yapardı.

Müslüman olduktan sonra İslam ülkelerine geziler yapmaya başlayan Havva Hanım Türkiye’ye gelir. İstanbul’da Halil Can isminde bir neyzenle tanışır. Halil Can onu Galata Mevlevihanesi’ne götürür. Orada gözü mezarlığa takılır ve tüyleri diken diken olur: “Bir baktım, üç yıl önce rüyamda gördüğüm mezar taşımın aynısı orada.” Sözünü ettiği mezar Havva isminde bir kadına aittir. Mezarlık ise Mevlevi hanımların mezarlığıdır. Çok duygulanır, ağlar ve kendi kendine “Sen Mevlevi olacaksın.” der.

Bir başka gün yolu Eyüp’e düşer. Orada abdest alıp, namaz kılar. Onu Eyüp Sultan’a götüren şoför de namaz kılar. Sonra geri dönerler. Havva Hanım borcunu ödemek üzere parayı uzatır. Şoför ise para almak istemez. Sonrasında “Ben uzatıyorum, o almıyor. Bu inanılmaz bir şey. Hiçbir ülkede bunu yaşamazsınız.” diyecektir. İsmini sorduğunda şoför “Ali” der. “Bak Ali! Bu benim için haram. Bende para çok, sen de bebe çok.” der. İnatlaşma sürerken Ali, Havva Hanıma dönerek, “Hac?” der. Havva Hanım da “İnşallah bir gün.” der. Şoför iki elini dua eder şekilde yüzüne sürer ve ona: “İnşallah sen bir gün hac yapar, Arafat’ta taksi şoförü Ali’ye dua edersin.” Havva Hanım da “âmin” diyerek kabul eder. Bunun üzerine şoför ücretin yarısını almayı kabul eder.

Havva Hanım Paris’e döner. Paris’te Müslüman Yazarlar Derneği kurulur ve Havva Hanım derneğin genel sekreteri seçilir. Daha sonra bu yazarlar hep beraber hacca giderler. Havva Hanım hac mahallini görünce çok şaşırır ve onu mahşere benzetir. Kendini başka bir dünyada hisseder ve her şeyi unutur. Ne evlatları, ne kocası, hiç kimse aklına gelmez. Ama Arafat’a çıkar çıkmaz İstanbullu taksi şoförü Ali’yi hatırlar ve ağlayarak Ali’ye dua eder. Havva Hanım kendisine de ilginç gelen bu olayı Paris’teki dostlarına anlatırken gözlerinden yaşlar akar, “İslam kardeşliği böyle bir şey.” derdi.

Bir ara Mısır Ezher Üniversitesinde felsefe hocalığı yapan Havva Hanım, dostlarına sık sık şu gerçeği vurgulardı: “Ne gariptir ki ben de dâhil, Roger Garaudy gibi birçok Fransız filozof İslam felsefesini tanımadan Sorbon Üniversitesinde felsefe doktorası yaptık.” Paris Sorbonne Üniversitesinde lisans, yüksek lisans ve doktora yapmış eski bir öğrenci ve hâlâ o üniversite ile irtibatı olan bir öğretim üyesi olarak ben de bu gerçeği doğruluyorum. Fransa’daki üniversitelerin felsefe programları incelendiğinde, İslam felsefesi kürsüsü veya dersi olmadığı görülür. Bu gerçeği iyi bilen ve yaşayan Havva Hanım, Mevlana anlayışıyla Batı’daki İslam karşıtlığını yıkmaya çalışır. Batılılar için yazdığı “İslam, l’autre visage” (İslam’ın Güler Yüzü) bu eserlerinden biridir.

“Ben bir Konyalıyım, kendimi de Türk hissediyorum.” diyen Havva Hanım, bir gün Konya’dan Paris’e dönerken bana, “Ne olur ben ölünce Konya’da Mevlana’nın arkasında mütevazı bir mezarlığa defnedilmemi sağla.” diye vasiyet etmişti. Ama kendisine ve İslam’a ters düşen oğulları yüzünden sağlığında bana yazılı bir vasiyet verememişti. Muhtemelen onları kırmak ve onlara anlamsız gelen böyle bir teklifle ailede sorun çıkarmak istemedi. “Sen de benim manevi oğlumsun. Ne fark eder, bir yolunu bul sen götür, gönülden iste, Allah yolumuzu açar.” demişti. Ben de belki bir belge ve bilgi olarak işe yarar diye, 1989 yıllarında Selçuk Üniversitesinde yaptığı bir konuşma sırasında, basın önünde Konya’da gömülmek istediğini sözlü olarak beyan etmesini sağladım ve böylece bu isteği yerel gazetelere yansıdı. Yıllar sonra nasip oldu, izin alabilmek için oğullarına yazdığım ikna mektuplarında bu beyanları belge olarak kullandım.

Yalnız yaşayan Havva Hanım’a Fransa’da Ayşe Şaşı isminde bir Cezayirli bakıcılık yapıyor ve onunla kalıyordu. Bir gün Havva Hanım rahatsızlanmış. Sonra hastalığı ilerlemiş, yatağa düşmüş. On gün doktor olan büyük oğlunun çalıştığı hastanede kalmış. Kocası daha önce ölen Havva Hanım’ın evli iki oğlu vardı. Büyüğü 14. Paris’teki bir hastanede tıp profesörü, küçüğü de 16. Paris’te oturan önemli bir avukattı. Ayşe Hanım onların annelerine olan ilgisizliğinden şikâyette bulunurdu. Ama onun oğullarını aratmayan ve kendisini yalnız bırakmayan yüzlerce yerli ve yabancı Mevlana dostu vardı. Mesnevi çevirisini tamamladıktan birkaç yıl sonra, yaşlılığı ve rahatsızlığı yüzünden bilimsel çalışmalarına ara vermiş ve yatağa düşmüştü.

Nihayet o da her fani gibi, 24 Temmuz 1999 tarihinde, 72 Rue Claude Bernard Paris 5’teki apartmanın beşinci katındaki dairesinde Hakkın rahmetine kavuştu. Bakıcısı Ayşe Hanım’ın anlattığına göre ölüm anı çok güzel geçmiş. Kendisini muayene eden ve onu çok seven Hıristiyan doktorunu beklerken bizleri, Konya’yı, Mevlana’yı, anmış. Gülümseyerek, “Ayşe seni çok seviyorum, hep beraber olacağız.” demiş ve şahadet getirerek hayata gözlerini yummuş.

Havva Hanım’ın ölümüne gidemedik. Daha sonra Paris’te onu tanıyan Türk dostları bana, “Hocam mezarında bir mezar taşı bile yok. Mezarına bir taş dikebilir miyiz? Burada kimse ilgilenmiyor.” dediler. Ben, “Gerekirse Konya’da yaptırır göndeririz.” dedim.

Sonra bir aylık bir araştırma izniyle Paris’e gittim. Onu tanıyan, Yıldız Ay ve Aziz Kaya gibi bazı Türk dostları beni Orly Havaalanı yakınındaki mezarlığa götürdüler. Her ülkeden insanların olduğu bir mezarlıktı. Müslümanların bulunduğu sade, gösterişsiz bir alan vardı. Mezarlıktaki yerini bulduk. Ama Havva Hanım’ım mezarında ismi yazılı bir mezar taşı yoktu. Mezarını da görevlilerin verdiği numaralardan arayarak bulmuştuk. Ben mezarı görünce çok kötü oldum. Bir anda aklıma vasiyeti geldi. Her şey gözümde canlandı.

Olanlar karşısında içine düştüğümüz çaresiz ve ümitsizlik duygular içinde kıvranırken, bir an kıbleye döndüm, ellerimi semaya açarak, “Ya Rabbi, eğer bu kadın hakikaten samimi idiyse ne olur bunun vasiyetini yerine getirmemize yardımcı ol! Onu vasiyeti doğrultusunda Konya’ya Mevlana Türbesi’nin karşısında bulunan Üçler Mezarlığına nakledelim.” diye dostlarla ağlayarak dua ettik. Bu teşebbüsümüzün asıl sebebi orada mezar defterine bakan Fransız görevlinin bize aktardığı acı bir gerçekti: Havva Hanım’ın on yıllık mezar süresi bir yıl sonra dolacak ve bir on yıllık mezar ücretinin ödenmemesi hâlinde cesedi “Fosse Commune” (Ortak Çukur) denilen kimsesizlerin cesetlerinin atıldığı büyük bir çukura atılacaktı. Sonra oğullarına mektup yazdım. Çok uğraştık, çok zorlandık, ama sonunda Allah’ın izniyle mezarını Konya’ya getirdik…

Havva Hanım Hz. Mevlana’yı dünyaya tanıtan çok önemli bir isim. Mevlana’nın dev eseri Mesnevi’yi ve diğer birçok eserini Fransızcaya çevirerek Mevlana’yı tüm dünyaya tanıtmıştır. Fransızca yazdığı, eşim Melek Öztürk ile Türkçeye çevirdiğimiz “Konya ve Kozmik Raks” olarak Ankara’da yayınlanan eseri Havva Hanım’ın Konya tarihi ve semaya verdiği önemi yansıtır. Yine Fransızlar için yazdığı ve imzalayarak Türkçeye çevirmemizi istediği başka bir eseri de “Mevlana ve Tasavvuf” eseridir. Bu eseri çevirip yayına hazırladık. Yayın için bir sponsor bulduğumuz an onu da yayımlayacağız. Cemal Aydın dostumuzun yine Fransızcadan çevirdiği “İslam’ın Güler Yüzü” Havva Hanım’ın İslam’ı Batılılara tanıtmak için yazdığı diğer önemli kitaplardandır.

Mevlana’nın hemen hemen tüm eserlerini Fransızcaya çeviren Havva Hanım’la ne zaman bir araya gelsek, şu dört soruyu tartışır, onlara cevap arardık. Batılıların bize en çok sorduğu sorular bunlardı. Mevlana’yı anlamak ve anlatmak istetenlere bu dört soruya cevap bulmasını öğütlerdik: “Sizler Mevlana’da ne buldunuz? Batılılar onda ne buluyor? Mevlana’yı Batılı düşünürlerden ayıran nedir? Mevlana’nın mesajları 21. asır insanının sorunlarına hangi cevapları verebilir?”

Eğer Havva Hanım gibi Mevlana’yı bilimsel olarak çeşitli dillerde Batılılara veya yabancılara tanıtmak istiyorsak mutlaka bu sorulara cevap bulmamız gerek. Mirasyedi Müslümanlar olarak belki biz bu cevaplara ihtiyaç duymayız. Ama o zaman da Mevlana törenlerinde Mevlana’yı tanıtıyoruz diye Konya’ya gelen yabancılara sadece çizgi film seyreder gibi sema seyrettirir, göndeririz. “Peygamberler bizim soyumuzdan geldi, dini de en iyi biz biliriz.” diyenler gibi biz de, “Mevlana bizimdir.” der; Mevlana diyarında sağır gezer, kör bakarız. Zaman zaman Mevlana’ya akın eden kalabalıkları görünce Mevlana’yı hatırlar, ev sahibi olarak yabancı kalmamak için beylik sloganlarla “Mevlanamız en şöyle, en böyle” diyerek nutuklar atarız. İnşallah kendi değerlerinin farkında olan yeni gençler ve araştırmacılar bir gün bu eksikliklerimizi telafi edecek ve sahip olduğumuz değerleri ortaya çıkarıp insanlığın hizmetine sunacaklar. Bugün dünyamızın Mevlana’nın evrensel mesajlarına daha çok ihtiyacı var. Zira bugün dünyamız “Varsa yoksa benim ailem, benim ülkem, benim insanım!” diyen lider, düşünür ve entellerle dolu. Bunlardan evrensel barış ve huzur çıkmaz.

Mevlana değerlerini Havva Hanım vasıtasıyla tanıyanlar, Mevlana ile birlikte Havva Hanım’ın da mezarını ziyaret edip dua ediyorlar. Maalesef onu ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancılar yol üzerinde veya Üçler Mezarlığında hiçbir yönlendirici işaret olmadığı için onu bulamıyorlar. (İlgililere duyurulur.)

Sağlığında yaptığı bilimsel çalışmalarıyla Hz. Mevlana’nın tüm dünyada tanınmasına yardımcı olan Havva Hanım, Konya’da Mevlana’nın yakınına defnedilerek ölümünden sonra da Mevlana’nın tanınmasına devam etmektedir. Kendisine Yüce Allah’tan rahmet diler, hayat öyküsünün bizim gibi İslam’ı hazır bulan Müslümanlara ibret olmasını temenni ederiz.

“Havva Hanımefendi’nin Hikayesi”

Abdüssamed Bilgili

Fransa’da Eva De Vitray-Meyerovitch olarak başlamıştır onun yolculuğu. Yıl 11209’dur. Ailesi aristokrat bir ailedir. Aristokrat bir aileye yaraşır bir şekilde yetiştirilmiş, iyi okullarda okutulmuştur. Koyu katolik bir çocukluk hayatı geçirmiş, rahibelerin elinde yetişmiştir Eva de Vitray.

Kiliseye giderken bile dinini “bizi içine dökmek istedikleri bu kalıptan ötelere” uzanıyor görerek aslında ilk arayışların imlerini vermiştir. Bu duygularla 18 yaşına geldiğinde Carmelite tarikatında bir rahibe olmayı hayal eder.  Ama bu hayali gerçekleşmeyecektir. Çünkü okul hayatına devam etmiştir.

Latince-Grekçe bölümünü bitirerek liseden mezun olmuş ve sonrasında hukuk tahsili yapmıştır. Ve felsefe doktorasına başlamıştır. Ancak bu süreçte artık eski katolikliği yoktur. Bir iç sıkıntı yaşamaktadır  Eva de Vitray ve hangi rahibe başvursa, derdini anlatsa, onu tatmin eden bir cevap verememiş ve dua etmesini tembihlemişlerdir sadece. Halbuki Eva de Vitray “ihtiyarlık merakın kaybolduğu zaman başlar” diyecek kadar merak sahibi ve kendini kandıramayacak kadar da dürüst biridir. (Bu dürüstlüğü büyük annesinden aldığını söyler.)

18 yaşına geldiğinde rahibe olmayı hayal eden Eva de Vitray, 18 yaşına gelip de felsefe okumaya başlayınca katolik mezhebinin bütün esaslarını ve dogmalarını bir kenara itmiştir. Kafasındaki soru işaretlerinin sayısı artmış ve şöyle demiştir:  “Hangi hakla kilise, Assomption (Hz. Meryem’in göğe kaldırılması) dogmasını ilan ediyor.” Ve daha bir sürü soruyu ardı ardına sıralayarak belki de İslam arayışının ilk nüvelerini vermiştir.

İslam’la ilk tanışması eski bir dostunun Fransa’ya gelmesiyle başlamıştır. Öyle ki bu dostunu on beş yıl olmuş görmemiştir ve dostu İslamabad Üniversitesi’nin rektörüdür. Üniversite labaratuarının donanımıyla ilgili gelmiştir Fransa’ya. Ve veda ederken İkbal’İn bir kitabını da hediye etmiştir eski dost Eva de Vitray’a…

Ama Eva de Vitray bir kitap okudum hayatım değişti mantığında değildir. Adeta hazır olduğu bir karşılaşmanın zamanı gelmiştir onun için. Artık müslüman oldum diyebiliyordur. Hem de ne tevratı ne incili reddetmeden. Eva de Vitray Meyeroviç kendi ifadesiyle Allah’ın şu veya bu gibi olduğuna karar vermek için Roma’da toplanmış o beylerin dogmalarına hayır diyordur. İslam’la muhatap olmanın ilk tezahürleridir bunlar…

Üç Yıl İncir Tefsiri

Ancak Eva dö Vitray’in  İslamı seçmesi bir takım seçmek gibi olmamıştır. O müslüman olma kararı verdikten sonra bu kadar kolay olabilir mi din değiştirmek düşüncesiyle üç yılını incil tefsirine vermiştir. Kelime kelime çalışmıştır. Ve bu çalışma kafasındaki soru işaretlerini gidermek yerine arttırmıştır. Bu çalışma ona kitaplı dinlerin en üstün dereceli olduğunu kanıtlamıştır. Öyleyse İslam’dan öte kitaplı din mi vardır?

Eva’nın müslüman olmasında İkbal’in ve sürekli bahsettiği Mevlana‘nın büyük etkisi olmuştur. Öyle ki artık dayanamamış kendini kütüphanelere atmıştır… Kimdir bu Mevlana? Onun 13. Asırda yaşamış bir mutasavvıf olduğunu öğrenir. Ve Nicholson tarafından İngilizce’ye çevrilmiş bir kaç Mevlana metni bulur, okur. Biraz da Almanca metne ulaşır. Ancak Fransızca tek bir satır bulamaz Mevlana’nın eserlerinden. Ve karar verir. Farsça öğrenecektir. Böylelikle  Mevlana’yla kendi diliyle konuşacaktır. Üç senesini Farsça öğrenmeye verir. Ve sonuç: Mevlana’nın Mesnevi’si başta olmak üzere tüm eserlerini Fransız diline çevirmiştir. Mevlana’nın müridi gibi görür kendisini Eva dö Vitrey… Onunla kurduğu intibak bir çevirmenlikten ziyade bir şeyh-mürit ilişkisidir.

Paris’te Turist Gibiyim

Eva dö vitray kendini yaşadığı şehir olan Paris’te değil de Türkiye’de kendi evindeymiş gibi hissettiğini söyler. O Paris sokaklarında hayran hayran dolaşan bir turist gibidir. Şöyle der:  “Türkiye’ye ayak basınca, evine tekrar kavuşan bir kedi gibiyimdir. Her şey bana tanıdık gelir. Ben orada kendimi sahiden vatanımda hissederim.” Türkiye’de de özellikle Konya onun kendi evidir.

Havva Hanımefendi Olarak Öldü

Müslüman olduktan sonra Havva ismini alan Eva de Vitray  1999 yılının 24 Temmuz günü Paris’te vefat etmiştir. Ailesi izdiham olmasın diye kimseye haber vermemiş ama yine de kalabalık bir cemaatle cenezesi kaldırılmıştır. Paris’in ortasında asansörsüz bir binanın üst katlarından birinde gösterişsiz, sade, lüksten dikkat çekici şekilde uzak bir evde yaşamış ve vefat etmiştir Havva Hanımefendi. Kitaplarını Türkçe’ye çeviren Cemal Aydın “tam bir Mevlevi dervişine yakışan bir yer” diye ifade eder onun evini.

Ölmeden kısa bir süre evvel Konya’da yaptığı bir konuşmada “Mevlana’nın huzurunda bulunmak bana yorgunluk değil mutluluk verir, kıyamete kadar onun maneviyatının gölgesinde kalabilmem için beni Konya’ya gömün” diyen Havva Hanımefendi’nin kabri  Türkiye’ye getirilmiş, 17 Aralık 2008’de Sultan Selim Cami’nde kılınan namazdan sonra Mevlana’nın kabrinin yanındaki Üçler Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Tam bir arayışın ve çilenin hikayesidir onun hayatı. Yaşadığı her şeyin muhasebesini tutarak, giriştiği her eylemi tartarak yaşamıştır. Kolay müslüman olmamıştır. Sağlıklı bir müslümanlaşma süreci bizleri hayrete düşürecek kadar titiz ve esrarengizdir. Düşünün bir: Anglikan bir büyükanne tarafından Katolik mezhebinde yetiştirilmiş ve kocası da bir yahudi iken kendisi müslüman olmayı, bu yolda attığı her adımı özümseyerek seçmiştir.

Aslında Havva Hanımefendi’nin hayatıyla ilgili daha sayfalarca yazabilir onun üzerine sayfalarca güzellemelerde bulunabiliriz. Ama sözlerimizi bu yazı için bitirmemiz gerekirse onun sözleriyle bitirmeliyiz: “İnsan Mesnevi okur da nasıl müslüman olmaz?”