DOĞRULUK VE İHLÂS

A+
A-

19. DOĞRULUK VE İHLÂS

Hakk’ın doğruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de.

Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten başını alma!

Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun yaydan fırlayacağına şüphe yok.

Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi, terazinin değerini azaltan da yine terazidir.

Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.

Doğru söz kalbe rahatlık verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.

Allah, “Ey eğri adam, kulağını, kuyruğunu sallama. Doğrulara, doğrulukları fayda verir” dedi.

Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir eti, hattâ azametli denize bile dokundu.

Muhammed (a.s.)’ın doğruluğu da ayın yüzüne tesir etti. Hattâ parlak güneşin bile yolunu vurdu.

Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de  bu hususta ileri geçin. Kur’ân’dan “Erler vardır ki Allah’la ettikleri ahdi bozmadılar, ahitlerine doğrulukla sarıldılar” âyetini okuyun!

Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır.

Senin tesbihin su ve topraktan bir buhardır; (ama) kalpteki ihlâs (ile verilen) nefes, cennet kuşu olur.

 

Hikâye

Kulluktaki ihlâsı Ali’den öğren, Allah aslanını hilelerden arınmış bil.

(Ali) savaşta bir yiğidi altetti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.

O kişi, her peygamberin, her velinin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.

Öyle bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.

Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmaktan vazgeçti.

O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşırıp kaldı.

Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?”

Ne gördün ki bu derece kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?

Ali dedi ki: “Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Hakk’ın kuluyum, ten memuru değil.

Benim sakınmamda ancak Allah içindir, vermem de… Tamamıyla Hakk’a aitim, başkasına değil.

Sen, benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap, berbat bir hale geldi.

Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. (Halbuki) Allah işinde ortaklık olmaz.

Kafir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti.

Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.

Halbuki sen tek huylu bir teraziymişsin, hatta her terazinin oku senmişsin.

Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin!

Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır.

“Bana kelime-i şahadeti söyle, ben de söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.

Onunla beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de âşıkçasına dine yüz tuttular ve Müslüman oldular.

(I/3499, II/0121, I/1385, II/0122, 2735, 2736, III/740, V/2775, 2776, 3820, VI/4715, I/0866, Hikâye: I/3721-3727, 3729, 3787, 3805, 3976, 3977, 3980-3984, 3986, 3987)

[divide style=”2″]